Quantcast
Channel: Kimdir? – Bilgihanem
Viewing all 345 articles
Browse latest View live

Ümit Yaşar Oğuzcan Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

24 yaşında şiir yazmaya başlayan Ümit Yaşar Oğuzcan, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olmuştur. Döneminde edebi kişiliğinin yanı sıra şiirlerinin başarılarından da sıkça söz ettiren şair, birçok eser vermiştir. Şiir plakları ve şarkı sözleriyle bilinen Ümit Yaşar Oğuzcan, eserleriyle müzik dünyasına da ilham kaynağı olmuştur. Pek çok eseri bestelenmiş birçoğu da şarkılarda yerini edinmiştir.

Dönemsel değişkenlik gösteren şiir içerikleri hayat, ölüm, aşk konularını içermektedir. Bilhassa yaşadığı trajediler, ünlü şairin şiirlerine mükemmel şekilde yansımıştır. Hayatını harmanlayıp ortaya çıkardığı eserleri, bugün milyonlarca kişinin dilindedir.

Cahit Sıtkı Tarancı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Müzik ve edebiyat dünyasına bir sonraki şairleri etkileyecek kalitede eserler bırakan Ümit Yaşar Oğuzcan, hem yeni şiirler hem eski şiirler kaleme almıştır. Yalnızca modern dönem Türk edebiyatı değil eski dönem Türk edebiyatı da onun şiirlerinde yerini almıştır. Zorlu bir hayat yaşayan şair, hayatında yaşadığı her duyguyu şiire taşıyabilecek kadar başarılı olmuştur. Dilerseniz şimdi, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın biyografisi hakkında bilgi alabileceğiniz yazımıza geçelim.

Ümit Yaşar Oğuzcan Kimdir?

Türk edebiyatının 1940 yılından itibaren tanıştığı, usta kalemlerden biri olan Ümit Yaşar Oğuzcan, çok ses getiren şiirler yazmıştır. Yaşadığı hayal kırıklıkları, ayrılıklar, ölümler ve aşklar ünlü şairin kaleminde tertemiz bir üslupla ele alınmıştır. Bilhassa ölüm ve aşka dair yazdığı şiirlerle edebiyat dünyasında kalıcılığı yakalayan şair, oğlunun intiharı üzerine şiirlerinde ölüm temasını daha çok ele almıştır.

Yaşadığı aşklara dair birçok şiir yazan Ümit Yaşar Oğuzcan, edebiyat dünyasında zaman içinde aşkın şairi olarak anılmaya başlanmıştır. Şiirlerinin içeriği ve üslubu, bu unvanı sonuna kadar hak ettiğinin kanıtıdır. Üstelik yalnızca şiir dünyasında kapalı kalmayan eserler, zaman içinde müzik dünyasına da adım atmış pek çok ünlü ismin dilinde milyonlara ulaşmıştır.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Hayatı

22 Ağustos 1926 tarihinde Tarsus’ta dünyaya gelen Ümit Yaşar Oğuzcan’ın anne adı Güzide, baba adı Lütfi’dir. 1939 yılına kadar Eskişehir’de öğrenim gören şair daha sonra Konya’da ortaokul okumuştur. Ankara İncesu’da liseden mezun olduktan sonra Osmanlı Bankasında çalışmaya başlamıştır. 1946 yılında babasının işi nedeniyle Adana’ya gelen Ümit Yaşar Oğuzcan, Adana’da İş Bankasına girmiştir. İş hayatını düzene soktuktan sonra 1948 yılında eşi Özhan Hanım ile evlenmiştir. Bir yıl sonra ilk oğlu Vedat dünyaya gelmiştir.

1951 yılında Manisa Turgutlu’ya tayini çıkan ünlü şair, 1952 yılında ikinci oğlu Lütfi’yi kucağına almıştır. 1954 yılındaysa Ankara İş Bankası genel müdürü olmuştur. 1961 yılında İş Bankasından ayrıldıktan sonra İstanbul’a taşınmıştır. Şiirlerinin de etkisiyle popülerliği artan ünlü şair, bir türlü mutlu olmadığına inanıp 3 kez intihara teşebbüs etmiştir. İş hayatındaki boşluktan sıkılan şair Akbank’a girmiş kısa süre sonra yine İş Bankasına dönmüştür. 1970 yılında kalp krizi geçiren şair 1973 yılında oğlu Vedat’ın intiharı ile sarsılmıştır.

1975 yılında babasını kaybeden ünlü isim, aynı yıl davet edildiği İran, Pakistan ve Kıbrıs’a gitmiştir. 1977 yılında İş Bankası emeklisi olmuştur. 1978 yılında ikinci eşi Ulufer Hanım’la evlenmiştir. Sanat başarılarını 1980 yılında 40.yılı şerefine kutladıktan kısa bir süre sonra 4 Kasım 1984 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Eserleri

1940 yılından itibaren şiir dünyasına adım atan Ümit Yaşar Oğuzcan; 4 tane düzyazı kitabı, 13 tane antoloji, 33 tane şiir kitabı yazmıştır. Şiir kitapları en az 4-5 kez basılan şair hem eski dönem hem yeni dönem şiirlere yer vermiştir. Şiire ortaokul yıllarında başlayan Ümit Yaşar Oğuzcan ilk eserlerini Eskişehir ve Sakarya gazetelerine vermiştir. Ortaokul yıllarından itibaren şiir yazan şair, 1940 yılında Yedigün şairleri arasında yerini alabilmiştir.

1944 yılında İstanbul, Varlık ve Büyük Doğu gibi önemli edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. 1946 yılında ise ilk şiir kitabı “İnsanoğlu” adlı eserini çıkarmıştır. 1948 yılında hayatına yeni bir sayfa açan şair hem evlenmiş hem de yeni şiir kitabı “Deniz Musikisi” isimli eserini yaratmıştır.

1954 yılında Ankara’ya döndükten sonra edebiyata önemli eserler kazandıran Ümit Yaşar Oğuzcan, arka arkaya pek çok eser yayımlamıştır. 1960 yılında ilk taşlama kitapları olan Karanlığın Gözleri, Seninle Ölmek İstiyorum, Akıllı Maymunlar çıkmıştır. Şairin ölümünden önce ve sonra çıkarılan kitaplarının bazıları şunlardır; Göbek Davası, Şiirimizde İstanbul, Sözüm Meclisten Dışarı Yergiler, Çigan Gözler, Sevenler Ölmez, Beni Unutma, Bir Gün Anlarsın, Acılar Denizi ve Şiir Denizi serisidir.

Yaşar Kemal Kimdir? Hayatı ve Eserleri

İstanbul’a gelen şairin popülaritesi artmış üstelik bir de ilk şiir plağını çıkarmıştır. Daha sonra röportajlar, davetler, şiir dinletileri hayatının merkezinde yer almaya başlamıştır. 1969’a kadar üç ayrı plak daha çıkaran şair, eski şiire yönelmeyi ihmal etmemiştir.

İş Bankası görevindeyken Aşık Veysel’in eserlerini bir araya getirerek Dostlar Beni Hatırlasın ismiyle yayımlamıştır. 1978 yılında dünyaya açılan şairin eserleri farklı dillere çevrilmeye başlanmıştır. Kendi ismini verdiği bir sanat galerisini açıp, 1982 yılında sanatta 40.yılını doldurmuştur.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Edebi Kişiliği

Eserlerinde sade, akıcı ve tok bir dil kullanan Ümit Yaşar Oğuzcan yalnızca bulunduğu döneme değil sonraki dönemlere de ışık tutan isimlerden biri olmuştur. Yazdığı pek çok şiirinde hayatının izlerine yer veren ünlü şair, her dönemde anlaşılabilir bir dil kullanmayı tercih etmiştir. Eski edebiyattan da yeni edebiyattan da bolca etkilenmiş, rubailere yer verecek kadar aruz ölçüsü de kullanmıştır. Bunun yanında her geçen gün daha da sade bir dille şiir, antoloji ve düzyazı oluşturmuştur.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Şiirlerinin İçeriği

Ümit Yaşar Oğuzcan, şiirlerinde hayat ve ölüm arasında bulunan ince çizgiye yer vermiştir. Bilhassa oğlu Vedat’ın intiharı üzerine uzun süre yas tutan şair, ölümün kendi üzerindeki etkisini şiirlerine mükemmel bir ustalıkla yansıtmıştır. Oğlunun intiharının arkasından babasını kaybetmesi, şairin bir süre hayattan uzak kalmak istemesine neden olmuştur. Yaptığı evlilikler, yaşadığı aşklar da şiirlerinde yerini almış, pek çok aşk şiirini ustalıkla yazmıştır.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Bestelenen Şiirleri

Basit fakat çarpıcı bir üsluba sahip olan Ümit Yaşar Oğuzcan, edebiyat dünyasının zincirlerini kırmayı başarmıştır. Kısa sürede müzik dünyasına da adım atan şairin; Ayrılanlar İçin, İspanyol Meyhanesi, Beni Köy Kuyularda Merdivensiz Bıraktın, O Benim İşte, Dost Bildiklerim, Bir gün, Sevdiğim Dünyalar Kadar, İçimde Türlü Keder, Bu Kadar İçten Çağırma Beni isimli şiirleri bestelenmiştir.


Gazneli Mahmud Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Gazneli Devleti’nin en büyük hükümdarı olarak bilinen Sultan Mahmud, aynı zamanda İslam dinini kabul eden ilk Türk hükümdardır. Saltanatı boyunca Hindistan’a 17 sefer düzenlemiş, Hindistan Fatihi olarak anılmış ve İslam’ın ülkede yayılıp kabul görmesini sağlamıştır.

Seferlerindeki başarılarının yanı sıra alim kişiliğiyle de tanınan hükümdar, 32 yıl boyunca tahta kalmış ve 1030 yılında 59 yaşında hayata veda etmiştir. Ayrıca tarihe Gazneli Mahmud adıyla geçse de Nizameddin, Ebu-l Kasım Gazi olarak da bilinmektedir. Kara Aslan oğlu Sebük Tigin’in oğlu olan Gazneli Mahmud, İslam dünyasında “sultanlık” unvanını ilk kez kullanmasıyla da hafızalara kazınmıştır.

Abdulkadir Geylani Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Hem iç hem de dış ilişkilerde başarılı stratejiler izleyen Gazneli Mahmud, sanata olan ilgisiyle de hatırlanmaktadır. Hatta Firdevsi’nin dünyaca ünlü Şahname’si ona ithafen yazılmıştır. Farsça’nın ve klasik İran edebiyatının doğuşuna katkıda bulunan Gazneli Mahmud, döneminde yapılan imar çalışmalarıyla da hayranlık toplamıştır.

Gazneli Mahmud Kimdir?

Gazneli Mahmud Kimdir?Yönetim konusundaki başarıları, askeri zekası, adaletten yana oluşu ve İslamiyet’i yayma çabalarıyla tanınan Gazneli Mahmud, tarihin en önemli devlet adamlarından biri olarak gösterilmektedir. Babasından sonra tahta geçmiş ve Gazneliler Devleti’ne en parlak dönemlerini yaşatmıştır.

Hindistan fatihi olarak da anılmış, düzenlediği 17 seferle Türk İslam tarihinin en büyük kahramanlarından biri olmuştur. Neticede; hayatının büyük bölümünü savaş meydanlarında geçiren hükümdar, 1030 yılında devlet sınırları en geniş şeklini aldığı dönemde Gazne’de hayata veda etmiştir. Türbesi hala Gazne’de bulunmaktadır.

Gazneli Mahmud’un Hayatı

Gazneli Mahmud’un Hayatı2 Kasım 971’de Gazneliler Devleti’nin kurucusu Sebük Tigin’in oğlu olarak Buhara’da dünyaya gelen Mahmud, gençlik yıllarından itibaren devlet idaresinde görev almaya başladı. Zamanının ünlü alimlerinden dersler alan, aynı zamanda kılıç konusunda da iyi yetiştirilen Mahmud, babasıyla birlikte katıldığı Lamagan Savaşı’nda büyük başarılara imza attı.

992’de yine babasıyla birlikte Samanoğulları’na yardım eden Mahmud, Samanoğulları’nın hükümdarı Nuh tarafından Horasan Valisi ilan edildi. Babası 997’de öldüğünde yerine veliaht oğlu İsmail geçince Mahmud, tahtı kardeşinin elinden aldı. Tahta oturmasıyla birlikte Gazneli Devleti’nin yükselişi de başlamış oldu.

998’den 1030’a kadar hüküm süren Gazneli Mahmud, gösterdiği faaliyetlerle Orta Asya’da güçlü bir hükümdar haline geldi. İlk seferini 1000 yılında Seferiler üzerine düzenleyen Mahmud, bu bölgeyi kolaylıkla ele geçirdi. Ve yenilgiye uğrayan Emir Halef ibn Ahmed, Gazneli Mahmud’un hakimiyetini tanıyarak ona tazminat ödeyip, adına hutbe okutmak durumunda kaldı.

Aynı yıl Abbasi Halifesi Ahmed “el-Kâdir bi’l-Lâh”‘a gönderdiği elçilerle bağımsızlığını bildirdi. Halife de Gazneli Mahmud’un sultanlığını tanıdığını gösteren bir menşur yolladı. Kaldı ki o zamana kadar “sultan” deyimi yalnızca halifeler için kullanılmıştı. Yani Gazneli Mahmud, kendisine gönderilen menşur ile halife dışında sultanlığa getirilen ilk devlet başkanı niteliğini kazandı.

Bunun ardından Samanoğulları topraklarının kendisine ait olduğunu savunarak Karahanlılar’ın üzerine yürüdü ve geçen çekişmeli çarpışmaların ardından onları da yendi. Sonrasında da hem oğlu I. Mesut, hem de kendisi Karahanlı Kağanı’nın birer kızıyla evlenerek aradaki ilişkiler sağlamlaştırıldı. Devletin kuzeyini güvence altına alan Sultan, putperestlerle mücadele edip İslamiyet’i yaymak için Hindistan’a sefer düzenledi. 1001 – 1027 yılları arasında düzenlenen Hindistan Seferleri hakkındaki detaylarsa şöyle…

Gazneli Mahmud ve Hindistan Seferleri

Gazneli Mahmud ve Hindistan SeferleriI. Hint Seferi’ne 1001 yılında çıkan Gazneli Mahmud, ilk başta zengin topraklara sahip Kabil Şahnalığı’na ilerledi. Peşaver civarında yapılan savaşta, 300 savaş fili, 30 bin piyade ve 12 bin süvarinin bulunduğu Hint ordusunu bozguna uğrattı. Bu zaferinden yüklü miktarda ganimetle birlikte 50 fili ordusuna kattı. 2. Hint Seferi’nde birincide yendiği Raca Caypal’ın oğlu Anandapal’ı bozguna uğratan Sultan, Gazne’ye Gazi unvanı ve ganimetle döndü.

3. Hint Seferi’nde savaş 4 gün sürdü ve Bhâtiya bölgesi Gaznelilerin eline geçti. Çatışma yine bol miktarda ganimetle nihayete erdi. 4. Hint Seferi’nde Batıni görüşleri yaymaya başlayan Multan Emiri üzerine yürüdü, bölgedeki Batinileri öldürdü ve Multan Emiri olarak Müslüman olmuş Suphal’ı göreve getirdi.

Suphal’ın yeniden Hindu dinine dönerek ayaklanması üzerine başlatılan 5. Hint Seferi de Gazneliler’in zaferiyle sonuçlandı. Esir alınan Suphal, yüklü miktarda fidye karşılığında serbest bırakıldı. Bir sonraki yani 6. seferde birleşik Hint ordusuna karşı savaşan Mahmud, ordusunun sayısının az olmasına rağmen vur-kaç taktiği gibi başarılı stratejileriyle düşmanı mağlup etti. Burada kazanılan zafer Gazneli Mahmud’un hem İslam hem de Hint dünyasındaki prestijini hatırı sayılır seviyede yükseltti.

7. Hint Seferi’nde ticaret şehri Narayanpur’a yürüse de buranın racası Gazneli Mahmud’un namından çekinerek anlaşma yapmaya razı geldi. 8. Hint Seferi’ni Multan’da çıkan bir isyanı bastırmak için başlatan Sultan, isyanı çıkartanı yakalatıp hapsettirdi. Sonrasında ise Herat’ın doğusundan geçen kervanlara saldırararak zengin olan Gurlular üzerine yürüdü. Neticede; kaleleri alınan Gurlular yenildi ve yenilgiden sonra intihar eden emir yerine oğlu geçirildi.

1014’te 9. Hint Seferi’ne çıkan Gazneli, Hinduları bozguna uğrattı. Burada çok sayıda mescit yaptırdı, Hinduların Müslüman olmasını sağladı ve Gazne’ye yine yüklü miktarda ganimetle döndü. 10. Hint Seferi’nde Thanesar şehrine ilerleyen Sultan, buradaki en büyük putu ele geçirerek Gazne’ye götürdü ve Hinduların manevi olarak çökmesini sağladı. 11. Hint Seferi ise olumsuz hava koşulları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı ve sefer Gazneli Mahmud topraklarına dönmesiyle nihayete erdi.

12. Hint Seferi’nde ordusuna katılan 20 bin kişilik Türkmen grup ile çok daha güçlenen Gazneli, Ganj Nehri vadisine kadar uzanan pek çok kenti ele geçirdi. Ayrıca Barar Racası Hardat Gazneli Mahmud’a katıldı ve 10 bin askeri ile Müslüman oldu. Ganimetiyle Gazne’ye dönerken Gurlular’ın saldırısına uğradıysa da çok fazla kayıp vermeden topraklarına döndü.

13. Hint Seferi’nde Hindu racaların saldırılarına karşılık vermek için harekete geçen Sultan, Pencap Racası Triloçanpal’in 150 bin piyade ve 600 filden oluşan ordusunu yendi. 200 fili ganimet olarak ele geçirip yoluna devam ederken Kalincar racasının saldırısıyla karşılaşsa da onu da yenerek Gazne’ye geri döndü. Bir sonraki seferine daha önce alamadığı Lokhot Kalesi’ni almak için çıksa da kış şartlarından dolayı geri dönmek durumunda kaldı.

15. Hint Seferi’nde ise başarıya ulaştı ve Gvalior racası Gazneli’ye bağlılığını bildirdi, Kalincar racası da Sultan’la yaptığı anlaşma neticesinde kalesinin yönetmeye devam etti. En ünlü seferi olan 16. Hint Seferi’nde Hindu inancını derinden sarsan Gazneli Mahmud, Şiva’ya ait putu parçalara bölerek kendi topraklarına gönderdi. Ancak Gazne’ye geri dönerken Catların saldırısına uğradı ve büyük kayıplar verdi.

El – Biruni Kimdir? Hayatı ve Eserleri

17. Hint Seferi’ne Catların öcünü almak için 1027’de çıkan Gazneli, kazandığı zaferlerle Hint Müslümanları arasında efsanevi bir kahraman konumuna geldi. 1400 gemiden oluşan donanması ve nehrin iki yakasını da tutan ordusuyla Catları bozguna uğrattı. Bölgenin komutasını Ahmet Tegin’e bırakarak Gazne’ye geri döndü.

Gazneli Mahmud’un Ölümü

Hayatının büyük bölümünü savaş meydanlarında geçiren Gazneli Mahmud, bu nedenle çok yıprandı. Tarihçilere göre verem hastalığı yüzünden ölen Sultan, 1029 – 1030 kışını Belh’te geçirse de şehrin havasından dolayı Gazne’ye döndü. Fakat yine iyileşemedi ve 30 Nisan 1030’da 59 yaşındayken hayata veda etti. Onun döneminde en parlak devrini yaşayan Gazneliler, Dandanakan Muharabesi’nden sonra zayıfladı ve yıkılma dönemi başladı. Nihayetinde de 1187 yılında Gurlular tarafından tamamen yıkıldı.

Gazneli Mahmud Döneminin Önemli Olayları

Gazneli Mahmud, Hindistan’ı İslam’la tanıştırmış, ülkeye düzenlediği seferlerle tarihe adını yazdırmıştır. Türk İslam tarihindeki en büyük kahramanlardan biri olarak gösterilen Sultan, hayatının 45 senesini savaş alanlarında geçirmiş ve Gazneliler’e en parlak dönemini yaşatmıştır.

Kazandığı her zaferle hem ganimetini hem de namını artıran Sultan Mahmud, devletin sınırlarını genişletmesinin yanında Gazne şehrini de önemli mimari yapılarla süsledi. Sayıca düşmandan çok daha güçsüz olan ordusunu başarıyla yöneten ünlü hükümdar, birçok seferinde başarılı taktiklerle karşı tarafı mağlup etmiştir.

Tüm bunların yanı sıra şair olarak da tanımlanan Gazneli Mahmud, saltanatı boyunca şairleri ve sanatkarları desteklemiş, onlara kol kanat germiştir. Firdevsi ünlü Şehname’sini Gazneli Mahmud için yazmış, ünlü hükümdar dolaylı olarak bu önemli eserin doğmasını sağlamıştır.

Yaşar Kemal Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Türk edebiyatının en köklü yazarlarından biri olan Yaşar Kemal, ardında unutulmaz eserler bırakmış, başarılı bir isimdir. Bilhassa yazdığı birkaç eser ile hemen herkesçe bilinen yazar aynı zamanda tüm ülke tarafından da sevilmektedir. Etkileyici bir hayat hikayesi olan Yaşar Kemal’in eserlerinde de kendi hayatından izler taşıdığı gözlemlenmektedir.

Onun hayatının zor olduğu her nokta, hikayelerinde de yerini bir şekilde almıştır. Dolayısıyla Yaşar Kemal’in eserlerinde herkes kendinden bir şeyler bulmuştur. Bu nedenle en çok okunan kitaplar arasında Yaşar Kemal kitapları da yerini almıştır. Türk tarihine donanımlı şekilde hakim olan, eserlerinde vatan aşkını da sıklıkla dile getiren Yaşar Kemal ayrıca aşk, ayrılık, dostluk kavramlarını da ustaca kaleme almıştır.

Ahmet Ümit Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Bu yönüyle biraz da sevilen halk şairlerinden Abdurrahim Karakoç‘a benzemektedir. Yaşar Kemal, Türk edebiyatının efsanevi isimlerinden ve mihenk taşlarındandır. Özellikle Kürt sorununa değinen yazıları, Anadolu insanını, toprak meselelerini ve ağalık düzenini konu alan kitapları unutulmaz eserler arasında yer almıştır. Çukurova’daki ağalık sistemine başkaldıran bir eşkıyanın hayatını anlatan, 4 kitaptan oluşan ve 32 yıl gibi bir zamanda tamamlanan İnce Memed, birçok yabancı dile çevrilerek de sayısız okuyucuya ulaşmıştır

Yaşar Kemal Kimdir?

Yaşar Kemal için yalnızca edebiyatçı demek yanlış olacaktır. Küçük yaşta hayatın tüm olumsuz yönlerini gören yazar pek çok zorluğun da üstesinden gelmiştir. Bu nedenle yalnızca edebiyatla ilgilenerek değil zaman zaman pirinç tarlasında çalışarak, zaman zaman ırgatlık yaparak hayata tutunmaya çalışmıştır. Sonrasında arzuhalcilik ve öğretmenlik yaparak biraz daha kendini geliştiren yazar, kısa süre sonra tanınan bir isim olmuştur. Yaşar Kemal yazarlık hayatına adım attıktan sonra önü biraz daha açılmış ve gazeteciliğe de devam etmiştir.

Yaşar Kemal’in Hayatı

Yaşar Kemal, 6 Ekim 1923 tarihinde dünyaya gelmiştir. Aslen Adanalı olan yazar, Osmaniye ilçesinin Gökçedam köyünde doğmuştur. Gerçek ismi Kemal Sadık Göğçeli olan yazarın edebiyat dünyasında Yaşar Kemal olarak tanındığı bilinmektedir. Çiftçi Sadık Efendi ve Nigar Hanım’ın oğlu olan Yaşar Kemal henüz 4 yaşında iken sağ gözünü kaybetmiştir. 5 yaşında tüm hayatının gidişatını değiştirecek olan olay yani babasının ölümü gerçekleşmiştir.

5 yaşında, töre nedeniyle babasını kaybeden Yaşar Kemal, ortaokul yıllarından itibaren ailesine bakabilmek için çalışmaya başlamıştır. Henüz okulunu tamamlayamadan bırakmak zorunda kalan yazar, amelelik ve ırgatlık yaparak hayata adım atmıştır. Daha sonra önüne çıkan fırsatları değerlendiren Yaşar Kemal kütüphane memurluğu ve öğretmenliğe adım atabilmiştir.

Yaşar Kemal’in Tutuklanması

Yaşar Kemal, Adana’da bulunduğu yıllar içerisinde tabiri caizse 40 ayrı işte çalışmış aynı zamanda kendini edebi anlamda beslemeye çalışmıştır. Çukurova civarında bulunan yazar ve şairlerle tanışmış kendini hızla geliştirmiştir. 1950’li yıllarda Çukurova Kominist Partisi kurucuları arasında yer alan Yaşar Kemal, dönemin siyasi değişimleri nedeniyle tutuklanmıştır. Hapiste geçirdiği 15 gün içerisinde düşüncelerinde köklü değişiklikler yaşayan yazar, 15 günün sonunda çıktığında İstanbul’a taşınmıştır.

Yaşar Kemal’in Yazarlığa Başlaması

Cezaevinde 15 gün kalan Yaşar Kemal çıktığında kendi hayatını değiştirme kararını çoktan vermiştir. İstanbul’u bunun için uygun bulan yazar, geldiğinde Abidin Dino ile tanışmış onun verdiği Don Kişot isimli eserden oldukça etkilenmiştir. İstanbul’a ilk geldiği yıllarda Batı edebiyatına yakınlaşan yazar; Homeros, Moliere, Balzac ve Tolstoy gibi isimlerin etkisinde kalmıştır. Ayrıca Türk edebiyatının büyük isimlerinden Karacaoğlan, Orhan Veli, Dadaloğlu, Sait Faik Abasıyanık’ın tarzları da ona çok yakın gelmiştir. Halk dilini benimseyen Yaşar Kemal; sade, akıcı ve kaliteli bir içerikle eserlerini kaleme almaya devam etmiştir.

İstanbul’a geldiğinde hikayelerini tanınan yazarlara gönderen Yaşar Kemal, birkaç yazar tarafından takdir edilmiş ve röportaj yapma göreviyle gazetelerde çalışmıştır. Gazetede yayımladığı ilk röportaj dizisi olan Sünger Avcıları ile çok büyük ses getirmiştir. 1955 yılında ise asıl ses getiren ve herkes tarafından tanınmasını sağlayan İnce Memed isimli eserini yayımlamıştır.

Yaşar Kemal’in Edebi Kişiliği

Yaşar Kemal, eserlerinde olabildiğince sade ve akıcı bir üslup kullanmayı tercih etmiştir. Çoğu eserinde Çukurova yöresinin insanını anlatan yazar, bu anlatım tarzını herkesin anlayabilmesini istemiştir. Bu nedenle olabildiğince sade bir dil kullanmıştır. Çukurova insanının yaşadığı sıkıntılar, zorluklar, kan davası, değişimler onun eserlerinin temelini oluşturmuştur. Yaşar Kemal için bir nevi kendi hayatını kaleme almıştır denilebilir.

Bunun yanında etkilendiği Batı dünyası Yaşar Kemal’in eğitim görmediği halde muhteşem bir kalem olmasına da yardımcı olmuştur. Toplumun sıkıntılarını dile getirmeden yalnızca kendini ve kendi duygularını anlatanları benimsemeyeceğini söyleyen yazar, herkesin içine bu kadar rahat girebilmeyi de buna bağlamıştır. Türkiye sınırları içerisinde en çok okunan eserlerden biri olan İnce Memed bu nedenle bu kadar çok sevilmiş ve aileden biri olarak görülmüştür.

Yaşar Kemal’in Özel Hayatı

Yaşar Kemal, 15 gün tutuklu kaldığı sürenin ardından İstanbul’a gelmiş burada kendine daha düzenli ve daha iyi bir hayat kurmak istemiştir. 1952 yılında Sarı Sıcak isimli eseri yayımlanmış ve istediği başarıyı yakalamıştır. Aynı yıl Thilda Serrero ile tanışan yazar, onunla eserleri üzerine derin sohbetler etmiştir.

İngilizce ve İspanyolca bilen Thilda Serrero, Yaşar Kemal’in eserlerinin çevirmenliğini üstlenmiştir. Bu çevirmenlik başarısı ile Yaşar Kemal, Avrupa’da da tanınan isimlerden biri olmuştur. Hayatının aşkı olarak Thilda Serrero’yu gösteren Yaşar Kemal iş arkadaşlığını evlilik teklifiyle hayat arkadaşlığına taşımıştır. 2001 yılında Thilda Serrero vefat edene dek 50 yıllık evlilikleri olmuştur. 2002 yılında Ayşe Semiha Baban ile dünya evine giren yazar, 2015 yılında solunum yetmezliği nedeniyle hastaneye kaldırılmıştır. 28 Şubat 2015 yılında 92 yaşında hayata gözlerini yummuştur.

Yaşar Kemal’in Eserleri

İlk uzun hikayesini henüz askerlik yaparken kaleme alan Yaşar Kemal 1943 yılından sonra Pis Hikaye, Bebek, Dükkancı isimli eserleriyle duyulmuştur. Asıl şöhretini 1952 yılında yayımlanan Sarı Sıcak isimli eseri ile kazanmıştır. Daha sonra Sarı Sıcak-Bütün Hikayeler isimli eserinde pek çok hikayesini bir araya getirmiştir.

Lev Nikolayeviç Tolstoy Kimdir? Hayatı ve Eserleri

İnce Memed, Teneke, Yer Demir Gök Bakır, Ortadirek, Ölmez Otu Yaşar Kemal’in bilinen en önemli romanlarıdır. Ağrı Dağı Efsanesi, Binboğalar Efsanesi, Kuşlar da Gitti, Yılanı Öldürseler diğer romanlarından birkaç tanesidir. Yazarın kaleme aldığı; Bu Diyar Baştan Başa, Bir Bulut Kanıyor, Peri Bacaları, Yanan Ormanlarda Elli Gün isimli röportaj eserleri de bulunmaktadır.

Stefan Zweig Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Biyografi ustası olarak tanınan Stefan Zweig, pek çok farklı türde eser vermiştir. Öyle ki Viyana doğumlu ünlü yazarın eserleri, elliden fazla dile çevrilmiş ve kitapları milyonlarca baskıya ulaşmıştır. Özellikle de Tolstoy, Dostoyevski ve Balzac’ın hayatını kaleme aldığı Üç Büyük Usta ile edebiyat dünyasına büyük bir katkıda bulunmuştur.

Fakat Stefan Zweig’in hafızalara kazınmasını sağlayan ve onun adını en çok duyuran eseri hiç şüphesiz ki Satranç isimli kitabı olmuştur. Zira bir satranç şampiyonunun yaşadıklarını konu alan kitabın, öykü mü yoksa roman mı olduğu yönünde kesin bir sonuca varılamasa da Satranç, Zweig’ın hem kurgu hem de üslup konusundaki yeteneğini gözler önüne seren en büyük yapıtlarındandır. Ayrıca söz konusu eser, Avustralyalı yazarın Hitler’den kaçarak gittiği Brezilya’da intihar etmeden önce yazdığı son kitabı olduğu için de önem taşımaktadır.

Virginia Woolf Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Hitler‘in Yahudilere yaptığı zulme ve faşist hareketin sonuçlarına daha fazla dayanamayan, yurdundan ayrılmak zorunda kalmanın acısını ve geride bıraktıklarının üzüntüsünü aşamayan yazar, karısıyla birlikte zehir içerek hayatına son vermiştir. Neticede Zweig; neredeyse tüm hayatı boyunca üretmeye devam etmiş ve oyun, lirik şiir, deneme, biyografi, roman gibi farklı türlerdeki eserleriyle edebiyat dünyasının önemli isimleri arasına katılmıştır.

Stefan Zweig Kimdir?

Stefan Zweig Kimdir?Avusturyalı romancı, oyun yazarı, gazeteci ve biyografi yazarı olarak tanımlanan Stefan Zweig, dünya edebiyatının en önemli isimleri arasında yer almaktadır. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, iyi bir eğitim almış ve henüz lise yıllarında şiir yazmaya başlamıştır. Hayatı boyunca pek çok ülkeye seyahat eden Stefan Zweig, üretken bir yazar olmuş, farklı türlerde denemeler yapmıştır.

Öte yandan; Satranç gibi derinlikli eserlerinin yanı sıra biyografisiyle de saygı duyulan ve merak edilen bir kişilik olan Avustralyalı ünlü isim, yaşadığı dönemin izlerini eserlerine yansıtmıştır. Zaten yazarın eserlerinin en önemli özelliği derinlikli olması ve insanın ruh halini çok iyi bir şekilde tasvir etmesidir. Nazilerin zulmünden kaçsa da Yahudilere yapılan işkenceyi ve Adolf Hitler’in yarattığı kaosu görmezden gelememiş, 1942’de Brezilya’da yaşananlara dayanamayarak intihar etmiştir.

Stefan Zweig’in Hayatı

Stefan Zweig’in HayatıStefan Zweig, 28 Kasım 1881’de Viyana, Avustralya’da Ida Brettauer ile Moritz Zweig çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Varlıklı bir sanayici olan babasının zenginliği sayesinde iyi bir eğitim aldı ve pek çok yabancı dil öğrendi. Daha lise yıllarındayken şiir yazmaya başlayan Zweig’in ilk şiirleri 1901 yılında Gümüş Teller adıyla yayımlandı.

1901’den sonra Paul Verlaine ve Baudelaire’in şiirlerini Fransızca’dan Almanca’ya çevirdi. 1902 yazında çıktığı Belçika seyahatinde Emeli Verhaeren ile tanıştı ve 1904’e gelindiğinde, Verhaeren’in şiirlerinin çevirisini yaptı. 1904 yılında “Hipolyte Taine’in Felsefe”  başlıklı doktora tezi ile Viyana Üniversitesi’nden felsefe bölümünden mezun oldu.

Gazetelerde muhabirlik yapan Zweig, 1907 ile 1909 yılları arasında Seylan, Gwaliar, Kalküta, Benores, Rangun ve Kuzey Hindistan’ı kapsayan bir geziye çıktı. 1911 yılında ise New York, Kanada, Panama, Küba ve Porto Riko’yu ziyaret ettiği Amerika’ya yelken açtı. 1914’te Émile Verhaeren’in yanına giden yazar, 1914 ile 1917 yıllarında Viyana’da gönüllü olarak memur olarak çalıştı. Bu yıllarda Yabancı Ülkelerdeki Dostlara Açık Mektup’u yayımladı.

Savaş sona erdikten sonra Salzburg’a yerleşti ve 1920’de Frederike Von Winternit ile evlendi. Uzun yıllar boyunca Salzburg’da yaşayan Zweig, en verimli yıllarını da buradayken geçirdi. Kapuzinerberg’in yamacında bulunan villayı Frederike ile evliyken alan yazar, ağaçlar arasında yer alan evinde en güzel eserlerini yarattı. İlaveten; döneminin pek çok ünlü yazarı ve şairiyle dostluklar kurup, aralarında Thomas Mann, James Joyce, Paul Valery, Franz Werfel ve Romain Rolland’ın da bulunduğu isimleri misafir etti.

1927 yılında Münih’de Duygu Karmaşası, Yıldızın Parladığı Anlar ile Tarihsel Baş Minyatür isimleri kitaplarını yayımlayan Zweig, aynı yıl Rilke’ye Veda adındaki konuşmasını yaptı. 1928 yılında ise Lev Nikolayeviç Tolstoy’un 100. doğum yıl dönümü kutlamalarına katılmak için Sovyetler Birliği’ne gitti. 1933 yılında kitapları Naziler tarafından yakılmaya başladı. Hatta aynı dönem evi silah zoruyla arandı.

Yaşananların neticesinde ülkesini terk etmek zorunda kalan Zweig Londra’ya yerleşti. Aynı dönem Rotterdamlı Enasmus’un Zaferi ve Trajedisi isimli eserini yayımlayan yazar, 1937 yılında eşinden ayrıldı. Ardından Lotte Altman isimli kadınla Portekiz’e gitti. Avustralya’nın Alman İmparatorluğu’na katılması üzerine İngiliz vatandaşlığına geçmek için müracaatta bulundu. Fakat Londra’da oturma vizesi alamadı, üstüne bir de Yabancı Düşman damgası yedi.

1939’da Kalbin Sabırsızlığı isimli romanını yayımlayan yazar aynı yıl Lotte Altman ile evlendi. 1940’da ikinci eşiyle birlikte New York’a giden Zweig, Arjantin, Uruguay ve Brezilya’ya giderek buralarda konferanslar verdi. New York’a geri döndüğünde Amerigo – Tarihi Bir Hatanın Öyküsü’nü yazmaya başladı, 1941’de de Brezilya – Geleceğin Ülkesi isimli eserini yayımladı.

Kısa süre sonra Brezilya’ya taşınan yazar, burada en ünlü eserlerinden biri olan Satranç’ı kaleme aldı. Ve Zweig’ın öykü içinde öykü şeklinde bir anlatımla yazdığı kitap, derin psikolojik tahlilleriyle yazarın en beğenilen eserlerinden biri oldu. Ardından Montaigne üzerine çalışmaya başlayarak Dünün Dünyası – Avrupa Anıları isimli otobiyografisini yazdı. 22 Şubat 1942’de ise karısı ile birlikte zehir içerek intihar etti ve çift devlet tarafından düzenlenen törenle Petropolis Mezarlığı’na gömüldü.

Yahudi olan yazarın intiharının arkasında, Hitler’in zulmü ve savaşta yaşanan insanlık dramlarına daha fazla katlanamamasının olduğu söylendi. 23 Şubat 1942 sabahı, Rua Gonselves Dias, 34, Petropolis adresindeki kapının uzun süre açılmaması üzerine polise haber verildi ve Zweig’ın masasının üzerinde Petropolis Valisi’ne yazılmış şu mektup bulundu:

“Kendi isteğimle bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce, son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum: Bana ve çalışmalarıma, böyle iyi ve konuksever bir şekilde kucak açan harikulade ülke Brezilya’ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. Her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim çünkü benim lisanımın konuşulduğu dünyanın, bana göre mahvolmasından ve manevi yurdum Avrupa’nın kendi kendisini yok etmesinden sonra, hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu.

Stendhal Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Ama 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyacım vardı. Benim gücüm ise uzun yıllar süren yurtsuz göçüm sırasında tükendi. Böylece, ruhsal çalışması her zaman en büyük sevinci; bireysel özgürlüğü dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum.”

Stefan Zweig’in Eserleri

Stefan Zweig’in Eserleri20. yüzyıl dünya edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Stefan Zweig, pek çok farklı türde eser vermiştir. Kendine has üslubu ve eşsiz yeteneğiyle hafızalara kazınmış, etkileyici biyografisiyle de en çok merak edilen yazarlardan biri olmuştur. 80’inin üzerinde eseri bulunan Avustralyalı yazar, biyografi ustası olarak da tanımlanmaktadır.

Zira Zweig’ın Üç Büyük Usta: Balzac, Dickens, Dostoyevski, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar: Stendhal, Tolstoy, Casanova ve Kendileri ile Savaşanlar: Kleist, Nietzsche, Hölderlin isimli biyografileri ile bu konudaki becerisini gözler önüne sermiştir.

Satranç isimli eseriyle de büyük beğeni toplayan Zweig’ın Türkçe’ye çevrilmiş kitaplarından bazıları şunlardır: Acımak, Yürek Çöküntüsü, Herkesin Dostu, Dünün Dünyası, Bir Kadının Yirmi Dört Saati, Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Korku, Bir Çöküşün Öyküsü, Mürebbiye, Yarının Tarihi, Karışık Duygular, Freud ve Öğretisi, Yakıcı Sır, Günlükler, Lyon’da Düğün, Tehlikeli Merhamet, Buluşmalar, Clarissa, Ruh Yoluyla Tedavi, Olağanüstü Bir Gece, Yolculuklar, Amok Koşucusu, Ay Işığı Sokağı, Mecburiyet…

Abdurrahim Karakoç Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Türk edebiyatının en donanımlı şairlerinden biri olan Abdurrahim Karakoç, şiirleri ve deneme yazılarıyla kendinden sonraki şairlere örnek olmuştur. Yazdığı pek çok şiiri hayatın içinden seçen şair, bu nedenle defalarca soruşturma geçirmiş, cesur kalemi nedeniyle tutuklanmıştır.

İlk şiirini 1955 yılında taşlama şeklinde yazan şair, eleştirileri ile devamlı gündemde kalmayı sürdürmüştür. Sonraki şiirleri daha çok halk geleneğine uygun yalın ve sade bir içeriğe sahip olmuştur. Halk şairi bölgesi olarak kabul edilen Kahramanmaraş ilinin, Elbistan ilçesinde yaşayan Abdurrahim Karakoç, pek çok halk şairiyle beraber yetişmiştir.

Yunus Emre Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Babası ve dedesi de şair olan usta kalem, bu nedenle kendini şiir dünyasında daha rahat keşfetmiştir. Şiirlerinin detaylarında daha çok vatan sevgisi ve toplumsal sorunları ele alan Abdurrahim Karakoç, mizah yüklü bir tarza sahiptir. Dile getirmek istediği her sorunu esprili bir dille ifade eden şair, arkasında pek çok başarılı taşlama şiiri bırakmıştır. Çocukluk yıllarında yaşadığı zorlukları, yoksulluğu dizelerinde dile getiren usta şair, o dönemde yaşadığı mutlulukların da unutulmaz olduğunu vurgulamıştır. Şimdi dilerseniz, Abdurrahim Karakoç’un biyografisini hep birlikte öğrenelim.

Abdurrahim Karakoç Kimdir?

Türk şiirinin en başarılı taşlama şairlerinden biri olan Abdurrahim Karakoç, 100’e yakın şiiri ile gönüllerde taht kurmuş bir isimdir. Şiirlerinin pek çoğu bestelenmiş ve hemen hepsi de hafızalarda yer etmiştir. Bunlardan biri hepimizin bildiği Mihriban türküsüdür. Çıkardığı dergiler ve yazdığı eserlerle yakın dönem şairleri arasında üstat kabul edilen Abdurrahim Karakoç aynı zamanda köşe yazarlığı da yapmıştır.

Gazete köşesinde toplumsal sıkıntıları profesyonel bir dille eleştiren şair, edebiyat dünyasının gözde isimlerinden biridir. Tüm akımların aksine kendi çizgisini asla değiştirmeyen Abdurrahim Karakoç, kendini ifade etme, vatana olan sevgisini dile getirme konusunda hiçbir zaman kendi dil üslubunun dışına çıkmamıştır. Bu sebeple özgünlüğü ve başarıları da kalıcılık sağlamıştır.

Abdurrahim Karakoç’un Hayatı

7 Nisan 1932 yılında dünyaya gelen Abdurrahim Karakoç, aslen Kahramanmaraşlıdır. Kahramanmaraş’ın, Elbistan ilçesinin, Cela (Ekinözü) köyünde dünyaya gelen şairin babası çiftçi Ümmet Efendi, annesi ise Fadime Hanım’dır. Edebiyat dünyasında iyi tanınan şair Bahaeddin Karakoç’un kardeşi yine şair Ertuğrul Karakoç’un da ağabeyidir.

İlköğretimi 1944 yılına dek köyünde tamamlayan şair, okula devam etme şansı elde edememiş, marangozluk eğitimi almıştır. 1958 yılında belediye memurluğu yapmaya başlayan şair, 1981 yılına dek bu görevine devam etmiştir. Emekliliğinin arkasından Ankara Sincan’a yerleşen Abdurrahim Karakoç, sanat çalışmalarına odaklanmıştır.

Sonraki yaşamında şairlik, köşe yazarlığı ve gazetecilikle hayatını devam ettirmiştir. Şair 2012 yılında solunum yetmezliği nedeniyle hayata gözlerini yummuştur. Hastalıkları ve ölümü hakkında pek çok asparagas haber duyurulmuş olsa da Abdurrahim Karakoç’un hastalığı akciğer enfeksiyonu olarak teşhis edilmiştir.

Akciğerlerinde meydana gelen iltihaplanma nedeniyle Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavi gören şair, 7 Haziran 2012, Perşembe günü hayata veda etmiştir. Ölüm nedeni tam olarak solunum yetmezliği olan şairin defni Şeyh Abdülhakim Arvâsi’nin yanına yapılmıştır.

Abdurrahim Karakoç’un Eserleri

Karacaoğlan’dan, Âşık Şenlik şiirlerine kadar pek çok tanıdık üslubu kendi bünyesinde harmanlayan usta şair Abdurrahim Karakoç, son yüzyılın en gözde halk şairlerinden biridir. Küçük yaşta şiirle ilgilenmeye başlaması, babasından kardeşlerine kadar çevresinin devamlı şairlerden oluşması, dilinin mükemmelleşmesine yardımcı olmuş. Büyük bir hiciv şairi olan Abdurrahim Karakoç, dilini herkesin anlayabileceği sadelikte kullanmıştır.

Başarılı, bir o kadar da net bir tavrı olması şairin herkes tarafından anlaşılırlığını kolaylaştırmıştır. Estetik kaygı ve biçim sorununa yer vermeyen Abdurrahim Karakoç yalnızca anlatmak istediğini ifade etmiş ve bu şekilde şairler arasında yer edinmiştir. İlk dönemlerinde yazdığı şiirlerinin aksine son dönemde yazdıkları biraz daha yumuşak olsa da şairin kalemi her zaman taşlamaya meyilli olmuştur.

Abdurrahim Karakoç’un Düzyazıları

20 ve 21. yüzyıl şairleri arasında üstat olarak kabul edilen Abdurrahim Karakoç, düzyazı da kaleme almış ancak bu yazıları şiirleri kadar gündemde kalmamıştır. 1990 yılında kaleme almış olduğu Düşünce Yazıları isimli eseri, makalelerinin bir araya toplandığı eseridir. Şair; dil, edebiyat, hayat ve toplum üzerinde düşündüklerini bu makalelerde dile getirmiştir. Kaleme aldığı bir diğer düzyazısı ise Çobandan Mektuplar isimli eseridir. Daha çok deneme türünde oluşan bu düzyazı metni de şairin özgün çalışma eserlerinden biridir.

Abdurrahim Karakoç’un Şiirleri

Halk arasında 21. yüzyılın, en çok sevilen şairlerinden biri olan Abdurrahim Karakoç, pek çok şiir kaleme almıştır. Yazdığı şiirler her ne kadar 100’e yakın olsa da pek çoğunu beğenmeyip yaktığı bilinmektedir. 1965 yılında yazdığı Hasan’a Mektuplar, şairin ilk şiir kitabıdır. 1964 yılında 10.000 adet basılan kitap hemen herkes tarafından ezberlenen şiirlerden oluşmaktadır.

Kısa sürede tükenen eser daha sonra 2. basımında 10.000 adet daha piyasada yerini almıştır. El Kulakta, Dosta Doğru, Vur Emri ve Kan Yazısı şairin bilinen diğer şiir kitaplarıdır. Bunların dışında Beşinci Mevsim ve Akıl Karaya Vurdu isimli şiir kitapları da çokça ses getirmiştir. 20 ve 21. yüzyıl şairleri arasında en kaliteli ve donanımlı şiir yeteneğine sahip olan Abdurrahim Karakoç, 2000 yılında arka arkaya pek çok şiir kitabı çıkarmıştır.

Peyami Safa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Çıkardığı kitaplarla dünyaca tanınmış, Türkiye’nin hemen her yerinde yüz binlerce satış yakalamıştır. Yasaklı Rüyalar, Gökçekimi ve Gerdanlık isimli eserleri 2000 yılında çıkardığı eserlerdir. Aynı yıl başlayarak Gerdanlık kitabının birinci, ikinci ve üçüncü ciltlerini de yayımlamıştır. Şairin diğer şiir kitapları ise Parmak İzi, Yağmur Yerden Yağar ve Anadolu’da Bahar’dır.

Yaşar Nabi Nayır Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Sanat hayatına şiirle başlamış, daha sonra denemeden eleştiriye kadar pek çok eser türü oluşturmuş olan Yaşar Nabi Nayır, Türk edebiyatının öncü şairleri arasında kabul edilmektedir. Eserlerinin yanı sıra yayıncılık hayatında attığı adımlarla da bilinen sanatçı, bu çalışmaları sayesinde tüm edebiyat camiasında tanımaktadır. Özellikle yayın ve dergileri ile genç şairleri yönlendiren Yaşar Nabi Nayır, bugün pek çok usta kalemin anılmasına da vesile olmuştur.

Kendi diline sahip çıktığı gibi pek çok eserini de bu amaçla ortaya çıkaran sanatçı, Türkçe kullanımıyla örnek teşkil etmektedir. Edebiyat dünyasına yalnızca yazar olarak değil bir araştırmacı, yayıncı, şair ve eleştirmen olarak da katkı sağlayan Yaşar Nabi Nayır, yalnızca araştırmalarıyla dahi takdir edilebilir.

Abdurrahim Karakoç Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Çünkü bu alanda hazırlayıp toparladığı eserlerin sayısı 60’dan fazladır. Katıldığı edebi akımla adından sıkça söz ettiren ünlü yazar, arkasında bugün okunacak pek çok eser bırakmıştır. Şimdi dilerseniz Yaşar Nabi Nayır kimdir, hayattayken hangi eserleri bırakmıştır ve edebi kişiliği nasıldır gibi soruların yanıtlarını bulacağınız yazımıza başlayalım.

Yaşar Nabi Nayır Kimdir?

Edebiyat dünyasına şiir ile adım atmış, daha sonra Yedi Meşaleciler grubu ile anılmış olan Yaşar Nabi Nayır, yazdığı şiirler kadar düz yazılarıyla da anılmaktadır. Çevirmenlik konusunda oldukça başarılı olan yazar, Türk edebiyatının en uzun soluklu dergisinin sahibidir. Yayıncılık hayatının yanı sıra makale, deneme, eleştiri, oyun ve roman kaleme alan yazar, daha sonra her bir alanda kendini tek tek kanıtlamıştır.

Yaptığı antolojiler ve derleme kitaplarıyla araştırma desteği sağlayan Yaşar Nabi Nayır, bugün incelemelere kaynaklık edecek bu muhteşem eserleri ustalıkla ortaya koymuştur. Tüm bunlardan yola çıkarak Yaşar Nabi Nayır hem şair hem yazar hem eleştirmen hem de araştırmacıdır denilebilir.

Yaşar Nabi Nayır’ın Hayatı

25 Aralık 1908 tarihinde Üsküp’te dünyaya gelen Yaşar Nabi Nayır, eğitim hayatını Üsküp ve İstanbul’da tamamlamıştır. Babasının işleri nedeniyle İstanbul’a yerleşen yazar, Galatasaray Lisesi mezunudur. 1929 yılında liseyi bitirmiş, 4-5 yıl Ziraat Bankası çalışanı olmuştur. Hayatının bir bölümünde Uluslararası P.E.N Yazarlar Derneği, Türkiye başkanlığını yapmış olan Yaşar Nabi Nayır, yayıncılık hayatında büyük adımlar atmıştır. Yayıncılıkla hayatının sonuna kadar ilgilenen sanatçı, 15 Mart 1981’de mide kanaması nedeniyle hayata gözlerini yummuştur.

Yaşar Nabi Nayır’ın Edebi Kişiliği

Eserlerinde fikir aktarmayı tercih eden Yaşar Nabi Nayır, tam olarak bu sebeple şiirden düzyazıya geçmeyi tercih etmiştir. Edebiyat dünyasında meydana gelen gelişmeleri inceleyen yazılarında üstat kabul edilen isimlerin biyografilerinde amacı aynıdır. Bir sonraki nesle olabildiğince çok bilgi bırakmak isteyen yazar, düzyazılarının pek çoğunu bu çerçevede ele almıştır. Soyut temeller üzerine oturttuğu şiirleri onun devam etmemesine ve , her türü denemesine neden oldu. Bu nedenle olabildiğince farklı alanlara yönelmeye çalıştı.

Yaşar Nabi Nayır’ın Yayıncılık Hayatı

Yaşar Nabi Nayır, eserlerini yayımlarken aynı zamanda 1933 yılında Varlık dergisini çıkarmaya başladı. Türk Edebiyatının en kalıcı ve kaliteli içeriğe sahip dergisi kabul edilen Varlık, 48 yıl boyunca Yaşar Nabi Nayır ile beraberdi. Yazarın vefatından sonra yayınlarına devam eden yayın, bugün hala basılmaktadır. Eserlerini Muzaffer Reşit ya da kendi adıyla yayımlayan sanatçı, çevirmenlikten şairliğe kadar pek çok yolu denemiş ancak yayıncılık ile kalıcılık sağlamıştır.

Yaşar Nabi Nayır ve Yedi Meşaleciler

Şiir ile edebiyata adım atan Yaşar Nabi Nayır, Yedi Meşaleciler grubu içinde yer almaya başladı. Samimi, içten sanat ağırlıklı bir şiir anlayışına sahip olan bu grup, Yaşar Nabi Nayır’ın eserleri ile daha da kuvvetlendi. Sanat için sanat yapmayı tercih eden Yedi Meşaleciler bir süre sonra farklı alanları denemek isteyen Yaşar Nabi Nayır ile yollarını ayırdı. Çünkü yazar yalnızca şiir yazmak değil aynı zamanda anlaşılmak istemişti. Bu da soyut şiirden düzyazıya yönelmesine neden oldu. Şiir hakkında detaylı bilgi için tıklayın.

Yaşar Nabi Nayır’ın Eserleri

Yaşar Nabi Nayır’ın Yedi Meşaleciler grubu ile birlikte olduğu yıllarda çıkardığı şiir kitapları Onar Mısra ve Kahramanlar’dır. Bunun dışında 1928’de basılan, Yedi Meşale isimli ortak kitapları da bulunmaktadır. Yazarın 1935 yılında çıkardığı Bu da Bir Hikâyedir ve Sevi Çıkmazı isimli öykü kitapları, 1933’de çıkardığı Mete, İnkılap Çocukları, Köyün Namusu ve Beş Devir isimli oyunları bulunmaktadır.

Yazarlık ve şairliği dışında araştırmacı kimliğiyle bilinen Yaşar Nabi Nayır, 1936 yılında Balkanlar ve Türklük, 1937 yılında Edebiyatımızın Bugünkü Meseleleri, 1966’da Atatürk Yolu, 1973 yılında Değişen Dünyamız, 1975 yılında Çağımıza Ters Düşenler isimli araştırma yazılarını yazmıştır. Araştırma ve biyografi yazıları arasında ise Ahmet Haşim, Tevfik Fikret bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Ömer Seyfettin, Homeros, Moliere de eserleri arasında yer almaktadır. Bir Kadın Söylüyor ve Âdem ile Havva romanları da yazarın eserlerdir.

Yaşar Nabi Nayır’ın Türk Edebiyatındaki Yeri

Yaşar Nabi Nayır hem şiirleri hem araştırmaları hem de yayıncılık yönüyle Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Bilhassa sahibi olduğu Varlık Dergisi, Türk edebiyatının en uzun soluklu dergisi olmuştur. Varlık yayınları adı altında binlerce kitap yayımlayan yazar, kendi çalışmaları ışığında yeni öğrenciler yetiştirmiştir. Hemen her eserinde edebiyata, yazarlık ya da şairliğe adım atanları destekleyen sanatçı birçok konuda örnek olmuştur.

Mehmet Fuad Köprülü Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Şiirle başlayıp yayıncılıkla devam ettiği edebiyat yolculuğunda çevirmenlik, eleştirmenlik, öykü ve roman yazarlığı da yapmıştır. Yaşar Nabi Nayır’ın Türk edebiyatına katkısı şüphesiz araştırmalarıyla daha da artmıştır. Antolojileri, biyografileri ile pek çok yazarın ya da şairin hayatına ışık tutmuştur.

Gülşen Bubikoğlu Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Yeşilçam’ın özel isimlerinden biri olan Gülşen Bubikoğlu, aynı zamanda en gözde oyunculardan biridir. Sinema sektöründe oldukça uzun süre geçiren Bubikoğlu, güzelliği ve oyunculuk başarısı ile hala adından söz ettirmektedir. Canlandırdığı alımlı ve güzel karakterler ile hafızalarda yer eden sanatçı, sinema sektöründe performansı ile hala ayakta olan isimlerden biridir.

Uluslararası pek çok platformda Türkiye’yi temsil eden güzel oyuncu, bu alanda aldığı ödüllerle başarısını kanıtlamıştır. Girdiği yarışma ile adından söz ettiren Gülşen Bubikoğlu, sinema sektörüne Türker İnanoğlu filmi ile güzel bir adım atmıştır. Sektörde henüz yeniyken kısa sürede parlayan yıldız, arka arkaya pek çok film çekmiş hem oyunculuğu hem de güzelliği ile gündemde kalmaya başlamıştır.

Barış Manço Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Sinema sektörüne yıllarını veren usta sanatçı, kendine yöneltilen pek çok dizi teklifini reddetse de birkaç dizide yer almıştır. Yarışmayı kazandığı günkü kadar güzel olan usta oyuncu, milyonların hala ekranlarda görmek istediği isimlerden biridir. Yıllara neydan okuyan güzelliği ve hanımefendi duruşu ile birçok insanın sevdiği Gülşen Bubikoğlu’nun biyografisi sizlerle…

Gülşen Bubikoğlu Kimdir?

Yeşilçam’ın en güzel isimlerinden biri olan Gülşen Bubikoğlu, uzun yıllarını sinema ve televizyon filmlerine vermiş, sinema oyuncusudur. Türk sinemasının yapı taşlarından biri olan oyuncu, performansı ve eşsiz güzelliği ile pek çok filmde başrol oynamış ayrıca farklı dallarda da eğitimler almıştır.

Aldığı ödüllerle adından sıkça söz ettiren usta oyuncu, beyaz perdenin yanında televizyon ekranlarında da yer alan isimlerden biri tanesidir. Profesyonel oyunculuğu ile ekranlara renk katan Gülşen Bubikoğlu hem özel hayatı hem de renkli kişiliği ile ekranların vazgeçilmezleri arasındadır.

Gülşen Bubikoğlu’nun Hayatı

5 Aralık 1954 yılında dünyaya gelen Gülşen Bubikoğlu, İstanbul doğumludur. 1971 yılında Fatih Lisesini bitiren güzel oyuncu, L.C.C. Kültür Merkezinde mankenlik, lisan ve dans eğitimi almıştır. Girmek istediği sektör için hazırlanan oyuncu bu arada, bir yarışmaya başvurmuştur. 1973 yılında SES dergisinin düzenlediği artist yarışmasına katılıp birinci olamayan Gülşen Bubikoğlu, hakkında düşünülenleri sonradan öğrenecek, sinema sektörüne çok daha sağlam adımlarla girecektir.

Sektöre Türker İnanoğlu filmi ile adım atan güzel oyuncu ilk kez 1973 yılında Yaban filminde yer almıştır. Sonrasında hemen her yıl en az 2 film olmak üzere pek çok film ile sektörde kalıcı olduğunu ispatlamıştır. Sinema alanında olduğu kadar dizi alanında da bulunan Gülşen Bubikoğlu dizi projelerini sınırlı sayıda tutarak sinema sektöründe kalıcı olmayı amaçlamıştır. 1964 ve 1974 yılları arasında Filiz Akın ile evli olan Türker İnanoğlu, boşandığı yıl zaman kaybetmeden Gülşen Bubikoğlu ile dünya evine girmiştir.

Bir süre aşkları hakkında dedikodu yapılan çift, Türker İnanoğlu’nun boşanmasının hemen arkasından evlenerek tüm dedikoduları sonlandırmıştır. 1977 yılında ise Zeynep ismini verdikleri kızları dünyaya gelmiştir. Gülşen Bubikoğlu ve Türker İnanoğlu evliliği bugün hala devam etmektedir.

Gülşen Bubikoğlu’nun Rol Aldığı Filmler

Türk sinemasının en ünlü, en güzel ve sevilen oyuncularından biri olan Gülşen Bubikoğlu, etkin olduğu yıllarda çok sayıda filmde rol almıştır. Televizyon ekranlarında görünmeyi pek tercih etmeyen güzel oyuncu, ancak eşinin yer aldığı projelerde çalışacağını belirtmektedir. Yeşilçam denince unutulmaz filmlerden olan ve Gülşen Bubikoğlu’nun yer aldığı sinema filmlerini yıllarına göre şu şekilde sıraladık;

Gülşen Bubikoğlu’nun 70’li Yıllarda Yer Aldığı Sinema Filmleri

Sinema sektörüne Türker İnanoğlu’nun 1973 yılında hazırladığı Yaban filmi ile adım atan Gülşen Bubikoğlu, aynı yıl Peri rolü ile Bitirimler Sosyetede isimli filmde yer almıştır. 1974 yılında 6 filmde yer alan güzel oyuncu; Mahcup Delikanlı, Yüz Liraya Evlenilmez, Cici Kız sinemalarında başrol oyuncusu olarak bulunmuştur.

Madonna Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Aynı yıl Aslı karakteri ile Ayrı Dünyalar filmi ile adından söz ettirmiştir. Bu film sonrasında 1975 yılında çekilen Ah Nerede ve Evcilik Oyunu, en çok izlenen sinema filmleri olmuştur. Gülşen Bubikoğlu’nun 70’li yıllarda en çok izlenen diğer sinema filmleri; Ölmeyen Şarkı, Baş Belası, Ne Umduk Ne Bulduk’tur.

Gülşen Bubikoğlu’nun 80’li Yıllarda Yer Aldığı Sinema Filmleri

Yıldızı 80’li yıllarda daha da artan Gülşen Bubikoğlu, yıllarca akıllarda kalacak en güzel sinema filmlerini bu dönemde çekmiştir. Zeynep Demir karakterini canlandırdığı Renkli Dünya filmi ile 80’li yıllara giriş yapan güzel oyuncu daha sonra Gırgıriye, Gırgıriye’de Şenlik Var sıralı filmlerinde yer almıştır. Aynı film dizisinin 1983 yılında Gırgıriye’de Cümbüş Var isimli son serisi çekilmiştir. 1980’li yıllarda Paramparça, Kıskıvrak, Kurtar Beni filmleri ile oldukça beğeni toplayan usta oyuncu, yılın sonuna doğru Suçlu ve Dehşet Gecesi filmlerinde başrol oynamıştır.

Gülşen Bubikoğlu’nun 90’lı Yıllarda Yer Aldığı Sinema Filmleri

1970 ve 1980 yılları arasında çok fazla film çeken güzel oyuncu Gülşen Bubikoğlu, sektörde 1990’lı yıllarda bu yoğunlukta yer almamaktadır. 90’lı yılların başında Naciye Tuna karakteri ile Madde 438 filminde yer alan oyuncu daha sonra sektörden bir süre uzak kalmayı tercih etmiştir. Eşi ile yaptıkları anlaşma nedeniyle sinema sektöründe yer almadığını dile getiren güzel oyuncu, Türker İnanoğlu ile ortak çalışmadığı sürece herhangi bir projede yer almayacağının da altını çizmiştir.

Gülşen Bubikoğlu’nun Yer Aldığı Diziler

Televizyon ekranlarında görmeye alışkın olunmayan isimlerden biri de Gülşen Bubikoğlu’dur. Yeşilçam’ın eşsiz oyuncularından biri olan Bubikoğlu, ekranlarda ilk kez 1993 yılında canlandırdığı Zeynep karakteri ile Zirvedekiler dizisinde yer almıştır. Dönemin sonunda 1998 yılında Affet Bizi Hocam ile sektörde son kez yer aldığı bilinmektedir.

Süleyman Hilmi Tunahan Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Süleymancılık tarikatını kesin bir dille reddeden Süleyman Hilmi Tunahan’ın, Tunahan cemiyeti kendiliğinden oluşmuştur. Birçok öğrenciye Kuran-ı Kerim öğreten ve İslam’ı anlatan Süleyman Tunahan’ın faaliyetleri, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile duraksamıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra devlete bağlı memur olarak görev almıştır. İslami faaliyetleri nedeniyle birkaç kez tutuklanmış ve hapis hayatı yaşamıştır.

Özellikle Müslümanların Kuran-ı Kerim öğrenmesi ve İslam’ı doğru anlaması konusunda ciddi bir değer olan Süleyman Hilmi Tunahan, hayatının büyük bölümünü İstanbul’da geçirdi. Tunahan’ın sevenleri ve takip edenlerinin sayısı her geçen gün artmış ve kendisine ciddi bir bağlılıkla ilgi duymuşlardır.

Sabetay Sevi Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Ölümünden sonra bile hala kendisi için anma törenleri yapılır ve onun yolundan giden ciddi bir kesim vardır. Said Nursi hakkında görüşleri dikkat çekicidir. Tüm Müslüman alemine yönelik olarak çok önemli vasiyetlerde de bulunmuştur. Kendisi her zaman birlik ve beraberlikten yana olmuş, toplumun yanlışa düşmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştur.

Süleyman Hilmi Tunahan Kimdir?

Süleyman Hilmi Tunahan, ülkemizde yetişmiş önemli bir din adamı, mutasavvıf ve alimdir. Dini bilgilerin önerilmesi konusunda kendisinin katkıları çok büyüktür. Süleyman Hilmi, Bulgaristan’ın Delçevo bölgesinde 1888 yılında dünyaya gelmiştir. Osman Tunahan’ın oğlu Süleyman Hilmi’nin Ferhan, Faruk ve Bedia isimli üç çocuğu; Ferhan Denizolgun’dan olan Arif Ahmet Denizolgun isimli bir torunu vardır.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Hayatı

Tunahan, 1924 ile 1959 yılları arasında İstanbul’da Kuran-ı Kerim öğretmek amacıyla kendi oluşturduğu özel bir sistem geliştirdi. Bu yöntem ile çok sayıda öğrencinin Kuran-ı Kerim öğrenmesine katkı sağladı. Kendisine ait medreseler, Cumhuriyet sistemine aykırı olduğundan tüm faaliyetlerini gizlice yaptı. Hatta Tunahan hayatını kaybettikten sonra da bir süre gizlice süren eğitimlere devam edildi. Tunahan, Süleymancılık akımını kesin olarak reddettiğini her zaman dile getirmiştir.

1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkınca, Tunahan 500 kadar din adamını acilen toplantıya çağırdı. Toplantıdan Müslüman öğrencilere ücret talep etmeden din dersi verebileceklerine yönelik bir karar çıktı. Bunun için izin istendi ama resmi kurumlar Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlükte olduğunu dile getirerek izin vermedi. İzin almayınca birçok din adamı da geri adım attı. Tunahan öğrenci bulamayınca, ilk olarak kızlarını okutmaya başladı. İlerleyen zamanda öğrenci sayısı artmaya başladı. Tüm bu dersler ciddi bir gizlilik içinde yürütülmüştür.

Süleyman Hilmi, ilk ve orta öğrenimini Silistre’de yaptıktan sonra 1907 yılında ailesi ile birlikte İstanbul’a geldi. Burada medrese eğitimine başladı ve Nakşibendi Silsile-i Saadat’ta büyüklerden biri oldu. İstanbul’dayken Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak Sirkeci’deki Yeni Camii ile Şehzade Cami’de görev yapmıştır. Vefat etmeden hemen önce Sultan Ahmet Camii’nde görev almaktaydı.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Hapiste Olduğu Dönem

İslam’ı öğretmek için gönülden hizmet veren Süleyman Hilmi Tunahan, hayatı boyunca birçok zorlukla karşılaşmıştır. 1939 yılında İslami mücadeleden dolayı tutuklanmıştır. Bu dönemde Tunahan genç kabul edilebilecek bir yaştadır. Hapishanede olması kendisini asla durdurmadı. Çalışmalarına burada daha da hız verdi. 1944 yılında tekrar tutuklandı ve bu sefer bir hafta kadar işkenceye maruz kaldı. Ardından 1957 yılında, 69 yaşındayken iki ay kadar tutuklu kaldı ve idamı istendi. Mahkeme yapıldı ama suçsuz olduğu kararı verilerek beraat etti.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Vasiyeti

Süleyman Hilmi Tunahan, her zaman tüm Müslümanların birlik içinde olmasının önemini vurgulamıştır. Müslümanlara yanlış yola sapmamalarını, her zaman, her yerde bir ve beraber olmalarını öğütlemiştir. Her ne olursa olsun dayanışmayı asla bırakmamalarını tembih etmiştir. Birlikte hareket edenlerin kısa zamanda bunun kazancını elde edeceklerini savunmuştur.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Said Nursi ile ilgili önemli görüşleri vardır. Kendisinden en sevdiğim zat diye bahseden Tunahan, Said Nursi’ye makamını doğrudan Resulullah (SAV)’in verdiğini söylemiştir. Tunahan’ın Nursi ile ilgili görüşlerine yönelik bilgiler üzerine Profesör Ahmed Akagündüz‘ün çalışmaları önemli yer tutmaktadır.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Ölümü

Süleyman Hilmi Tunahan ömrü boyunca faydalı işler yapmış, birçok kişinin dini öğrenmesine katkıda bulunmuştur. Süleyman Hilmi, 1959 yılının 16 Eylül günü hayatını kaybetmiştir. Çarşamba günü ikindi namazı sonrasında Kısıklı’daki evinde hayata gözlerini yummuştur. Süleyman Hilmi Tunahan, dönemin İçişleri Bakanı izin vermediği için çok istense de Fatih Cami haziresine gömülememiştir. Neticede Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiş; sonrasında mezarı kubbe ile düzenlenmiş ve ziyaretgaha dönüşmüştür.

Süleyman Hilmi Tunahan’ın Eserleri

Tunahan, daha 30 yaşındayken profesör unvanını almaya hak kazanmıştır. Aynı dönemde hukuk fakültesini de iyi bir dereceyle bitirmiştir. Kendi eğitim kurumlarında ve kendi verdiği derslerle, çok sayıda müftü, vaiz ve Kuran kursu hocası yetiştirmeyi başarmıştır.

İbn-i Sina Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Süleyman Hilmi Tunahan’ın en önemli eserlerinden bir tanesi Kuran-ı Kerim okumayı en kısa sürede öğretmeyi vaat eden Elif Cüzü‘dür. Tunahan, kitap yazmaktan çok verdiği eğitimlerle İslam’ı iyi bilen bir nesil yetiştirmeyi tercih etmiştir.


İlber Ortaylı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Cumhuriyet döneminin en büyük araştırmacılarından olan Prof. Dr. İlber Ortaylı, tarih alanındaki çalışmalarıyla hem dönemine hem de geçmiş dönemdeki tarihe ışık tutmaktadır. Akademisyen olmasının yanı sıra televizyon, dergi ve sosyal medya vasıtasıyla kitlelere ulaşmış, ünlenmiş ve büyük popülerlik elde etmiştir. Sempatik tavırlarıyla halkın sevgisini kazanan İlber Ortaylı, tarih alanında ülkedeki en büyük akademisyenlerdendir.

Bu alanda akla ilk olarak tarihçilerin saygı duyduğu Halil İnalcık gelir daha sonra ise İlber Ortaylı’nın ismi geçmektedir. Şimdilerde bazı dergilerde yazıları yayımlanmakta, kendisi televizyon programlarına katılmakta ve akademik çalışmalarına devam etmektedir. İlber Ortaylı kendi alanında birçok esere imza atmış, çok değerli yapıtlar ortaya çıkarmıştır.

Galileo Galilei Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Özellikle tarih alanında yapılan çalışmalar ve araştırmalar için kendisi ve çalışmaları sağlam bir kaynak teşkil etmektedir. İlber Ortaylı, hem tarih araştırmacıları için hem de tüm gençler için büyük bir değere sahiptir. Buna bağlı olarak çalışma azmi, bilgeliği ve bakış açısı ile idoldür. Sadece ulusal alanda değil uluslararası alanda da söz sahibi bir akademisyendir.

İlber Ortaylı Kimdir?

Türk tarihinin en önemli profesörlerinden biri olan İlber Ortaylı, daha önce sizlere hayatı hakkında bilgi verdiğimiz Halil İnalcık gibi büyük ismin yetiştirdiği başarılı, donanımlı bir öğrencidir. Gerek eğitim hayatı gerekse meslek hayatına göz atıldığında oldukça başarıya imza attığı görülen İlber Ortaylı yalnızca bir akademisyen olarak tanınmamış sosyal medya platformlarında da büyük bir hayran kitlesi oluşturmuştur.

Dünyanın pek çok ülkesinde profesörlük yapan tarihçi, pek çok üniversitede de konferans vermektedir. Pek çok dil bilen İlber Ortaylı, yalnızca akademi dünyasında değil ekranlarda da bilinen bir isimdir. Yaptığı televizyon programları ve sosyal medya paylaşımları ile devamlı gündemde olan isim, Türk tarihine katkı sağlamaya devam etmektedir.

İlber Ortaylı’nın Hayatı

Kırım Tatarı bir ailenin çocuğu olarak Bregenz’de dünyaya gelen İlber Ortaylı, 21 Mayıs 1947 yılında doğmuştur. Ailesiyle birlikte 2 yaşında Türkiye’ye göç etmiştir. İstanbul Avusturya Lisesi’nde ilk ve ortaöğrenimini tamamlamış, Ankara Atatürk Lisesi’nden 1965 yılında mezun olmuştur. 1968’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi‘nden, 1969’da da Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü‘nden mezun olmuştur. Ayrıca Viyana Üniversitesi’nde Slavistik ve Orientalistik okumuştur.

Yüksek Lisans çalışmasını Chicago Üniversitesi’nde Halil İnalcık ile yapmıştır. Sonrasında 1978 yılında doktora eğitimini almıştır, 1979 yılında doçent olmuş; 1989’da profesör olarak hızla yükselmiştir. İlber Ortaylı şu an Galatasaray Üniversitesi’nde tarih dersleri vermektedir.

Küçüklüğünden beri severek biriktirdiği minyatür otomobilleri bulunan İlber Ortaylı, bu birikimi hobi olarak yapmaktadır. Bilgisayar ve internet ile arası oldukça kötü olan profesörün teknolojiden hoşlandığı söylenemez. 1981 yılında Mersin eski senatörünün kızı Ayşe Özdolay ile evlenen İlber Ortaylı’nın Tuna isimli bir kızı olmuştur. Ortaylı eşinden 1999 yılında boşanmıştır.

İlber Ortaylı’nın Eserleri

İlber Ortaylı’nın özellikle tarih alanında birçok eseri bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’ne yönelik; 1980 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Tanzimat’tan Sonra Mahalli İdareler, Türkiye İdare Tarihi isimli eserlerini yayımlamıştır. Daha sonra 1982 yılında Gelenekten Geleceğe isimli eseri basılmıştır. Büyük tarihçi İlber Ortaylı’nın bugüne kadar kaleme aldığı eserler basılma yıllarına göre sırayla şu şekildedir;

  • Tanzimat’tan Sonra Mahallî İdareler
  • Türkiye İdare Tarihi
  • Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu
  • İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı
  • Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Yerel Yönetim Geleneği
  • İstanbul’dan Sayfalar, Studies on Ottoman Transformation
  • Osmanlı Aile Yapısı
  • Tarihin Sınırlarına Yolculuk
  • Osmanlı İmparatorluğu’nda İktisadî ve Sosyal Değişim
  • Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesi’ne
  • Osmanlı Barışı, Barış Köprüleri: Dünya’ya Açılan Türk Okulları
  • Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek
  • Eski Dünya Seyahatnamesi
  • Batılılaşma Yolunda
  • Mekân ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı
  • Tarihimiz ve Biz
  • Türkiye’nin Yakın Tarihi
  • Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 1923-2023
  • İlber Ortaylı Seyahatnamesi
  • İmparatorluğun Son Nefesi
  • Türklerin Tarihi
  • Orta Asya’nın Bozkırlarından Avrupa’nın Kapılarına
  • Türklerin Tarihi
  • Anadolu’nun Bozkırlarından Avrupa’nın İçlerine
  • İttihat ve Terakki
  • Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı
  • Osmanlı’ya Bakmak Osmanlı Çağdaşlaşması

İlber Ortaylı’nın Aldığı Ödüller

İlber Ortaylı; Türk tarihinin herkes tarafından bilinmesi, tüm gerçeklerin doğru şekilde öğrenilmesi, tarih biliminin yaygınlık kazanması ve dünya ülkelerinin Türk tarihini tanıyabilmesi açısından gösterdiği başarıları nedeniyle ödüller almıştır. İlk olarak 2001 yılında Aydın Doğan ödülünü, 2006 yılında Avrupa ile Akdeniz arasında Lazio ödülünü, 2007 yılında ise Puşkin Madalyası’nı almıştır.

İlber Ortaylı’nın Televizyon Programları

İlber Ortaylı 2004 yılında TRT2’de “İlber Ortaylı ile” isimli televizyon programına başlamıştır. Program daha sonra TRT Türk kanalına alınmıştır. Kanalda hafta sonları yayımlanan program daha çok belgesel niteliğindedir. NTV kanalında “İlber Ortaylı ile Tarih Dersleri” isimli programı yapan profesör daha sonra Bloomberg HT kanalında “İlber Ortaylı ile Zaman Kaybolmaz” programını yapmıştır. 5 Kasım 2012 ile 11 Mart 2013 tarihleri arasında NTV’ye geri dönen profesör, Mehmet Barlas ile beraber “Her Zaman” isimli programı yönetmiştir.

İlber Ortaylı’nın Yazılarının Yayınlandığı Dergiler

İlber Ortaylı, uzun süre televizyon ekranlarında görülmekle beraber basın kuruluşlarında da yer almıştır. Yazıları, Pazar günleri Milliyet gazetesinde yer almaktadır. Bunun yanı sıra aylık olarak Atlas dergisinde, üç aylık olarak da Doğu Batı dergisinde yazmaktadır.

Hacı Bektaş-ı Veli Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Belli dönemlerde Popüler Tarih, Tarih ve Toplum isimli dergilerde yazıları yayımlanan İlber Ortaylı, Habertürk Tarih ekinde de makaleler kaleme almıştır. Doğu Batı ve NTV Tarih dergileri danışma kurulu üyesi olan İlber Ortaylı, farklı basın yayın kuruluşlarına sık sık röportaj vermektedir.

Abdullah Cevdet Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Abdullah Cevdet büyük ölçüde hekimliğiyle tanınan bir yazardır. Göz hekimi olmasına karşın çoğunlukla beyin çalışma sistemi üzerine eserler kaleme almıştır. Sürgün edildikten sonra yurda döndüğünde Damat Ferit Paşa tarafından atandığı görevinde kadınlara genelevde çalışmaları için vesikalık uygulamasını başlatarak adından söz ettirmiş ama bu uygulamasından ötürü görevinden de alınmıştır.

Batıcılık akımından ve batılı yazarların birçoğundan çok etkilenmiş olan Abdullah Cevdet, Osmanlı’nın yenileşme hareketlerinde var olmaya çalışmıştır. Eğitimlerini büyük oranda askeri okullarda yapmasına karşın askerlik görevinde bulunmamıştır. Kendi açtığı basımevinde yayınlarıyla dikkatleri üzerine çekmiş; neticesinde basımevini kapatmak durumunda kalmıştır.

İlber Ortaylı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Abdullah Cevdet kendi yazdığı şiirler, düşünce yazıları, felsefi eserler dışında özellikle çeviriler üzerinde başarı sağlamış bir yazardır. Bir dönem siyaset üzerine de çalışma yapan Abdullah Cevdet kısa sürede bu alandan ilişkisini kesmiştir. Dinsizlikle suçlanan Abdullah Cevdet, cenazesinde sahipsiz kalmış; hatta cenaze namazı kılınmaması gerektiği söylentileri ortaya çıkmıştır. Şimdi hakkında birçok iddia bulunan Abdullah Cevdet’in biyografisini kısaca öğrenelim.

Abdullah Cevdet Kimdir?

Abdullah Cevdet Karlıdağ, 1869 yılında Malatya’da dünyaya gelmiştir. Kürt kökenli Cevdet; siyasetçi, düşünür, çevirmen, şair ve göz hekimidir. Osmanlı döneminde batıcılık akımının en iyi temsilcilerindedir. Kendisi 2. Meşrutiyet döneminde düşünce yapısının şekil almasında fazlasıyla etkili oldu.

Abdullah Cevdet, felsefe, tıp, siyaset, sosyoloji gibi alanlarda yetmişin üzerinde eser yazmış ve çeviri yapmıştır. İbrahim Temo ve diğer hekimlerle birlikte İttihad-i Osmani Cemiyeti’ni kurdu. Bu cemiyet ilerleyen dönemlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dönüşmüştür. İbrahim Temo’nun hayatını öğrenmek isteyenler bu yazımıza bakabilir.

Abdullah Cevdet’in Hayatı

Doğum tarihinin 1869 ve 1867 olduğu yönünde iki farklı bilgi vardır. Babası Hacı Ömer Vasfi Efendi’dir. Cevdet, ilköğrenimini Agapir ve Hozat’ta tamamlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra ailesiyle birlikte Harput’a gitmek durumunda kalmıştır. 1885 yılında Elâzığ Askeri Rüşdiyesi’nden mezun olmuştur. İstanbul’a 15 yaşında gelen Abdullah Cevdet, Kuleli Askeri Tıbbiye İdadisi‘ne girmeyi başardı. Buradan üç yıl sonra mezun oldu ve eğitimine Askeri Tıbbiye’de devam etti.

Tıp Yılları

Abdullah Cevdet, kendisini çok etkilemiş olan Kraft und Stoff isimli kitabın bir kısmını Fizyolociya-i Tefekkür ismi ile Türkçeye çevirdi. 1890 yılında beyin fonksiyonlarını konu alan Dimağ isimli kitabı yazmıştır. Fünun ve Felsefe isimli çalışmasının taslağını hazırladı. Okulun son döneminde Fizyolociya ve Hıfz-ı Sıhhat-i Dimağ ve Melekat-ı Akliyye isimli kitaplarını hazırladı ve aynı konular üzerine çeşitli mecmualarda makaleler kaleme aldı. Tıp eğitimini 1894 yılında tamamladı ve göz hekimi olarak görev almaya başladı.

İçtihat Basımevi

1904 yılında İçtihat isimli basımevini kuran Abdullah Cevdet, burada sürekli batılaşma yönünde eserler bastı. 1905 yılında Cenevre’de Muhammed Abduh ile görüştü ve kendisinin görüşlerinden etkilendi. Yine 1905 yılında Osmanlı’nın baskısı ile İsviçre’den sınır dışı edildiğinde basımevini Kahire’ye taşımak zorunda kaldı. Burada Erzurum ayaklanmasını destekleyen yazılar kaleme aldı.

Doğu ve Batı arasındaki düşünce alışverişini gerçekleştirmek adına Sadi, Mevlâna, Hayyam, Shakespeare, Schiller ve Byron gibi ünlü isimlerden çeviriler yaptı. İslamcılığın Tarihi Üzerine Deneme ve Tarih-i İslamiye isimli eserleri çevirdi. Bu eserler İslam’ı ağır şekilde eleştirdiği düşünülerek 1910 yılında yasaklandı.

Yurda Dönüşü

İstanbul’a 1910 yılında dönen Abdullah Cevdet, Kütüphane-i İçtihad serisini yayımladı. Eleştirel tutumu nedeniyle İttihat ve Terraki yönetiminde baskılara maruz kaldı ve 1914 yılında basımı durdurdu. İkdam gazetesinde imzasız yazılarını yazan Abdullah Cevdet, işgal yıllarında Damat Ferit Paşa tarafından Sıhhiye Genel Müdürlüğü’ne atandı.

Burada kadınlara genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlattığından görevden alındı. Yurda döndükten sonra İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin kurulmasında rol aldı ve Kürt Teali Cemiyeti‘nde faaliyet gösterdi. Bahailik konusunda kaleme aldığı yazı dizisi dini çevrelerce sert tepki ile karşılaştı.

I. Dünya Savaşı döneminde Abdullah Cevdet, İngiliz taraftarı ve Kürt milliyetçisi örgütlerin içinde faaliyette bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde alınan bir kararla devlet görevine alınması ömür boyu engellenmiştir. Devlet görevinde bulunamayacağından yaşantısına şiir yazarak, çeviri yaparak devam etmiştir. Bu dönemde Atatürk’ün isteği ile Jean Meslier’in din eleştirisi kitabını dilimize çevirmiştir. Bu çeviri Akl-ı Selim ismi ile devlet matbaasında basılmıştır.

Abdullah Cevdet’in Ölümü

Abdullah Cevdet, 1932 yılında 29 Kasım günü İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Ünlü düşünürün ölüm sebebi kalp krizi olarak belirlenmiştir. Cenazesine katılan olmamış hatta dinsizlikle suçlandığı için namazının kılınmaması gerektiğini söyleyenler olmuştur. Peyami Safa’nın ricası üzerine namazı kılınmış ve cenazesi belediye görevlileri tarafından kaldırılmıştır. Abdullah Cevdet, Merkez Efendi Mezarlığı‘na defnedilmiştir.

Abdullah Cevdet’in Eserleri

Abdullah Cevdet vaktinin büyük kısmını çeviri yaparak geçirmiştir. Hayyam’dan Rubaiyat, Gustave Le Bon’dan Ameli Ruhiyat, İlm-i Ruh-i İçtimat, Dün ve Yarın, Asrımızın Hususu Felsefiyesi çevirilerini yapmıştır. Türk edebiyatının önemli isimlerinin Mevlana Celaleddin-i Rumi‘nin divanında yer alan eserlerden seçmeler yapıp çevirmiştir.

Sultan Abdülmecid Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

1928 yılında Jean Meslier’den Akl-ı Selim’i çevirmiştir. Çevirileri dışında Hiç, Tuluat, Türbe-i Masumiyet isimli şiir kitapları ve Ramazan Bahçeleri isimli mensur kitabı vardır. Abdullah Cevdet ayrıca birkaç adet düşünce eseri de kaleme almıştır. Bunların en ünlüleri Dimağ olmuştur. Fizyolacya-i Tefekkür ile Fünun ve Felsefe de düşünce eserlerindendir. Düşünce eserleri Türk edebiyatına çok şey katmıştır.

Fatih Sultan Mehmet Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

İstanbul’u fethiyle dillere destan olan ve adını tarihe altın harflerle yazdıran Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. padişahı olarak tahta geçmiştir. 1453’teki tarihi fethi ile Orta Çağ’ı bitirip Yeni Çağ’ı başlatan Fatih Sultan Mehmet, Avrupa’da Büyük Türk anlamına gelen Grand Turco ya da Türk İmparatoru manasındaki Turcarum Imperator adıyla tanınmıştır.

İlk 2 yıllık saltanat dönemi dışında, 1451’den 1481 yılındaki ölümüne kadar 30 yıl boyunca hüküm süren padişah, Ebû’l-Feth (Fethin Babası), Kayser-i Rûm (Roma İmparatoru) ve Çağ Açan Hükümdar gibi unvanlarla anılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in İslam dünyasında kahraman olarak gösterilmesinin en büyük nedeni ise Hz. Muhammed (SAV)’in “Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” şeklindeki hadisinden kaynaklanmaktadır.

Gazneli Mahmud Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Askeri alandaki üstün yeteneğinin yanında idari alanda da büyük başarılar gösteren Fatih Sultan Mehmet; bilim, güzel sanatlar, mimari ve mühendislik gibi alanlarda da önemli çalışmalar yapmıştır. Öte yandan; kardeş katlini meşrulaştırması o dönemden, günümüze kadar halen tartışılan bir konu olmuştur. Fakat onun Osmanlı tarihinin en büyük padişahlarından olduğu biyografisinden de anlayacağınız üzere yadsınamaz bir gerçektir.

Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmed) Kimdir?

Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmed) Kimdir?İstanbul’u fethederek bir devri kapatıp başka bir devri başlatan Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. padişahıdır. Tahta genç yaşta çıkmasına rağmen eğitimi, zekası, cesareti ve öngörüleri sayesinde tarihi bir başarıya imza atmış, 53 gün süren kuşatma sonucunda İstanbul’u ele geçirmiştir. Hem Türk hem de İslam tarihinde kahraman olarak gösterilen II. Mehmet, 30 yıl boyunca hüküm sürmüş ve Osmanlı’nın bir cihan devleti olmasını sağlamıştır.

Fatih Sultan Mehmet’in Hayatı

Fatih Sultan Mehmet’in HayatıFatih Sultan Mehmet, 30 Mart 1432’de Edirne’de Sultan II. Murad’ın oğlu olarak dünyaya geldi. Tarihçi Babinger ve yazar Lor Kinross’a göre Fatih Sultan Mehmed’in annesi Hüma Hatun, gayrimüslim bir köleydi. 12 yaşına kadar devletin başkenti Edirne’de kalan II. Mehmet, 1434 yılında sütninesi ve ağabeyi Alaeddin Ali’yle birlikte, Rum sancakbeyi ağabeyi Ahmed’in yanına Amasya’ya gönderildi.

Burada ağabeyi Ahmed’in ölümü üzerine görevi devralarak sancakbeyi oldu. Diğer ağabeyi ise Manisa’da Saruhan sancakbeyliğine getirildi. 2 yıl sonra ise II. Murad’ın emriyle kardeşler sancaklar arasında yer değiştirdi. Hem zeki hem de yaramaz bir çocuk olan Mehmet, hocalarına zorluklar çıkardığı için kendisini özel olarak Molla Gürani yetiştirdi. Öyle ki babası otorite sahibi alime “eti senin kemiği benim” demiş ve Molla Gürani de Mehmet’i padişahın yetkisiyle sıkı bir eğitimden geçirmişti.

Klasik medrese eğitiminin yanında Saruhan sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco’nun önderliğinde başka İtalyanlar sayesinde batı kültürünü genişletti. Dil konusunda da epey yetkin olan Mehmet, Arapça ve Farsça’nın yanında Yunanca, Latince ve İtalyanca öğrendi. İki ağabeyinin vefatıyla tahtın varisi konumuna gelen Mehmet, babasının tahtan çekilmesiyle 1444’te 12 yaşında tahta çıktı.

Ancak yaşanan karışıklıklar sonrasında II. Murad yeniden tahta geçmek durumunda kaldı. Hatta bu dönemde babasına “Padişah iseniz geliniz, ordularınıza kumanda ediniz; yok, padişah biz isek, emrimize itaat edip ordularımızın başına geçiniz!” sözlerinin yazılı olduğu mektubu yolladı. 1446’ya kadar tahtta kalan Mehmet, aynı yıl koltuğu babasına bırakarak yeniden Manisa sancakbeyliğine atandı.

Aradan geçen yılların ardından II. Murad’ın 1951’deki ölümü üzerine bir kez daha tahta geçti ve bu kez padişahlık görevini 30 yıl sürdürdü. Tahta çıktığında Çandarlı Halil Paşa’nın sadrazamlık görevine devam etmesine karar veren Mehmet, yaşının küçük olması nedeniyle diğer devletler tarafından ciddiye alınmadı. Zaten tahta geçmesinin ardından çok zaman geçmeden Karamanlılar ayaklanarak, Seydişehir ile Akşehir’i ele geçirdiler.

Bu olay üzerine Anadolu’ya geçen Mehmet, kısa sürede isyanı bastırdı. Ardından İstanbul’u fethetme planı üzerine çalışmalarına devam etti. Çünkü Mehmet, Yıldırım Bayezid’in oluşturmaya çalıştığı merkeziyetçi imparatorluğu kurmak, Balkanlar ile Fırat’ın batısındaki toprakları almak istiyordu. Ama bunun için önce Bizans İmparatorluğu’nun elinde olan İstanbul’u geçmesi gerektiğine inanıyordu. İşte bu nedenle de fetih hazırlıklarına tahta çıktığı yılın son aylarında başlamıştı.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u Fethi

Fatih Sultan Mehmet ve 1453 İstanbul’un Fethi1451’de yani 19 yaşındayken İstanbul fethinin hazırlıklarına başlayan Mehmet, ilk olarak Yıldırım Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına gelecek Rumeli Hisarı’nın (Boğazkesen) inşasını başlattı. Bunun haberini alan Roma imparatoru XI. Konstantin Paleologos, Mehmet’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildiren elçiler yollasa da Mehmet elçileri her iki seferde de kabul etmedi.

1452’te tamamlanan Rumeli Hisarı ile birlikte boğazın kontrolü Osmanlı Devleti’nin eline geçti. Hazırlıklarına devam eden Mehmet, o dönem top dökme konusunda uzman olan Erdelli Urban’dan Bizans’ın surlarını yıkabilecek toplar yapmasını istedi. Tabii, bunu duyan Roma imparatoru müttefiklerinden yardım talebinde bulundu. Fakat yardım talebine yalnızca Cenova yanıt verdi ve İstanbul’a 700 asker taşıyan bir donanma gönderildi.

Karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünen Mehmet, bir de donanma hazırlattı. Ve ilk saldırı 6 Nisan sabahı başlatılarak 53 gün sürdü. Saldırı devam ederken gemileri Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Sultan Mehmet, Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya kadar uzanan yağlı kalaslarla 70 civarında gemiyi Haliç’e indirdi. Haliç’in kontrolünü de ele geçiren Mehmet, Bizans İmparatoru’na teslim olması için çağrı yapsa da bu çağrısı reddedildi.

Bunun üzerine II. Mehmet, 29 Mayıs 1453’ta hem karadan hem de denizden taarruza başladı. Nihayetinde Osmanlı askerleri Kerkoporta isimli kapıdan içeri girmeyi başardı ve Osmanlı sancağı dikildi. Orta Çağ’ı bitirip Yeni Çağ’ı başlatan bu fetihin ardından II. Mehmet, Fatih Sultan Mehmet olarak anıldı ve İstanbul’u tahtı ilan etti.

İstanbul’un Fethi’nin Sonuçları

Yeni Çağ’ın başlangıcı kabul edilen bu olay ayrıca Osmanlı Devlet’inin Yükseliş Dönemi’nin başlangıcı olarak da kabul edildi. Hem Türk hem de dünya tarihi açısından büyük bir önem taşıyan fetih, 1000 yıllık Bizans Devleti’ni sona erdirdi. Ayrıca Bizans’ın yok oluşuyla, Osmanlı’nın Anadolu ile Rumeli toprakları arasındaki tehlike de ortadan kalkmış oldu.

Yıkılmaz denilen kalelerin ve surların yıkılabileceğinin anlaşılması, derebeyliklerin gücünü kaybedip imparatorlukların güçlenmesini sağladı. Karadeniz ile Akdeniz arasındaki ticaret yolları da İpek Yolu’nun Avrupa’ya giden kolu da Osmanlı hakimiyetine girdi. Dolayısıyla Coğrafi Keşifler’in en büyük nedenlerinden biri ortaya çıkmış oldu. İstanbul’u başkent yapan II. Mehmet, Fatih unvanını aldı ve Avrupa ülkeleri burada ilk elçiliklerini kurmaya başladı.

Ancak Venedikliler ile Osmanlı arasındaki ilişkiler bozuldu. Çünkü fetih ile birlikte Venediklilerin ticari çıkarları ellerinden alınmıştı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u yeniden canlandırmak için buradan kaçanların şehre geri dönmesine izin verdi ve yeni bir yapılandırma hareketi başlattı. Fatih Sultan Mehmet’le birlikte Osmanlı padişahları Ortodoks halkın koruyucusu haline geldi. Ayrıca İtalya’ya giden Bizans bilginleri Rönesans’ın başlamasına ön ayak oldu.

İstanbul’un Fethi Sonrası Fatih Sultan Mehmet Dönemi

İstanbul’u fethederek tarih yazan Fatih Sultan Mehmet, sonrasında da önemli işlere imza attı. İlk olarak; Macarlar ile işbirliği yapan Sırpların ayaklanması üzerine Sırbistan’a sefer düzenledi. 1454 ile 1457 yılları arasında Sırbistan’a 3 sefer düzenleyen Sultan, Belgrad dışındaki bütün Sırp topraklarını ele geçirdi.

Ardından Sırp Kralı Bronkoviç’in ölümüyle başlayan taht kavgalarının büyümesi üzerine Sırp meselesine son verilmesini emretti. Bu sırada kendisi Mora seferinde olduğu için Sırbistan meselesi Mahmud Paşa tarafından Semendire Sanacakbeyliği kurularak çözüldü.

1477’de Kırım Hanlığı’nı Osmanlı’ya katan Fatih, sonrasında Candaroğlu’nun elinden Sinop’u Cenevizlilerin de önemli üsleri arasındaki Amasra’yı aldı. 1479’da Venediklilerle anlaşma yaptıktan sonra İtalya’daki kent devletlerine savaş açan padişah, 1480’de Otranto limanını ele geçirerek Avrupalıların dikkatini çekti.

Osmanlılara bağlı olan Bosna Kralı’nın anlaşmalara uymaması üzerine buraya düzenlenen seferlerle 1483’te Bosna Hersek tamamen Osmanlı toprağı haline geldi. Fatih’in burada Bogomil mezhebindeki Bosnalılara iyi davranması üzerine Bogomiller Müslüman oldu ve onlara Boşnak denmeye başladı. Neticede; saltanatı boyunca Osmanlı otoritesine karşı çıkan pek çok beyliğe ve hanlığa son veren Fatih Sultan Mehmet, yaptığı başarılı seferlerle bir cihan imparatoru olduğunu tüm dünyaya gösterdi.

III. Murat Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Öte yandan; Fatih Kanunnamesi’ni düzenleyen Sultan Mehmed, ilk kanun çıkartan padişah olarak da tanındı. Osmanlı’nın ilk anayasası olarak anılan Fatih Kanunnamesi, pek çok düzenleme içermesine rağmen içinde en çok dikkat çeken mesele kardeş katli olmuştur. Bugün hala tartışılan bir konu olan kardeş katline, Fatih Sultan Mehmet tarafından izin verilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in Ölümü

1481 yılında Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıkan Fatih, çok geçmeden hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarında Hünkar Çayırı’ndaki ordugahında hayatını kaybetti. Fatih Sultan Mehmet’in ölüm nedeni ile ilgili farklı bilgiler bulunmakta olup, bunlardan en yaygın olanı gut hastalığına yakalanması ya da zehirlenmesidir. Padişahın ölümünün ardından tahta Şehzade Bayezid çıkmış, Fatih Sultan Mehmet ise Fatih Camii’ndeki türbesine defnedilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet Döneminin Mimari Eserleri

Fatih Sultan Mehmet Döneminin Mimari Eserleriİstanbul’un fethinin ardından yeni bir yapılanma başlatan Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı’nın başkenti ilan ettiği şehirde birçok değişiklik yapmıştır. Bunların en önemlisi, Ayasofya’nın camiye dönüştürmesi, günümüzün en önemli eserleri arasındaki Topkapı Sarayı’nı yaptırmasıdır.

Çünkü Topkapı Sarayı, 1478’deki inşasından Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar devletin idari merkezi olarak kullanılmıştır. İlaveten; Topkapı Sarayı 1985’te UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesi’ne alınmıştır. Fatih Sultan Mehmet ayrıca imparatorluğun çeşitli şehirlerinde camiler, bedestenler, hanlar, köprüler, medreseler, hamamlar, saraylar gibi mimariler yaptırmıştır.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a kattığı eşsiz değerler arasında Kapalıçarşı da bulunmaktadır. 20 kapı, 65 cadde, 17’den fazla han ve 4000 dükkandan oluşan Kapalıçarşı, günümüzde İstanbul’un en önemli yapılarından bir tanesidir. İçerisinde cami, medrese, darüşşifa, hamam, çarşı, kütüphane ve türbeler bulunan İstanbul’un ilk külliyesi özelliğindeki İstanbul Külliyesi de Fatih döneminde yaptırılmıştır.

Nurullah Ataç Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Birçok yazısında dilde sadeleşme çalışmaları nedeniyle eleştiri yağmuruna tutulan Nurullah Ataç, Türk edebiyatının düzyazı alanında öncü isimlerinden biridir. Yalın ve akıcılık konusunda kendinden sonra pek çok yazarı etkileyen başarılı isim, kendi döneminde de birçok tartışmaya neden olmuştur.

Eserlerini düşünce boyutunda ele alan Nurullah Ataç, deneme türü ile özdeşleşen bir yazardır. Türk edebiyatında bireysel fikir ve duyguları kaleme alma türü olarak bilinen deneme, Nurullah Ataç’ın fikirlerini yansıtma kaynağı olmuştur. Onun için eser, başkasına yardımcı olacak, bilinçlenmesini anlayacak şekilde yazılmalıdır. Aksi halde eserlerde anlatılmak istenenler anlamsızdır.

Yaşar Kemal Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Eser kaleme alan pek çok yazarın yabancı sözcük tuzağına düşmesinden rahatsız olan Nurullah Ataç, kendi çalışmalarını yalın bir Türkçe üzerine oturtmuştur. Bilhassa Arapça, Farsça ve Latince kavramların Türkçeye verdiği zarar üzerine yoğunlaşan Nurullah Ataç, eserlerini bu doğrultuda ele almaya özen göstermiştir. Bu şekilde pek çok kelimenin yerini korumuştur.

Nurullah Ataç Kimdir?

Nurullah Ataç Kimdir?

Türk edebiyatının yetiştirmiş olduğu en iyi deneme yazarlarından biri olan Nurullah Ataç aynı zamanda eleştirmen yazardır. Cumhuriyet döneminde adından sıkça bahsettiren ünlü isim, edebiyata çevirmenlikte ışık tutmuştur. Pek çok dil bilen yazar, hayatını çevirmenlikten kazandığı parayla idame ettirmiştir.

Sesini duyurmaya şiirle başlayan Nurullah Ataç, şiirin çerçevesinde çok kalmamış düzyazıya yönelmiştir. Bir süre sonra şiir yazmayı tamamen bırakan yazar yalnızca eleştiri ve deneme kaleme almıştır.

Eleştirinin farklı bir dalı olan izlenimci eleştiri türünü Türk edebiyatına tanıtan isim olmuştur. Yaptığı radikal değişikliklerle devamlı gündemde kalmayı başaran Nurullah Ataç, bugün hala tartışmalara neden olan sözcük değişimlerine kaynaklık etmiştir.

Nurullah Ataç’ın Hayatı

Nurullah Ataç’ın Hayatı

23 Ağustos 1898 tarihinde İstanbul Beylerbeyi’nde dünyaya gelen Nurullah Ataç, öğretmen ve çevirmen Mehmet Ata’nın oğludur. İlköğretim hayatını bitirdikten sonra başarılı bir öğrenci olarak Galatasaray Lisesi’ne giden yazar, burada kendini güçlü bir şekilde geliştirdi. Daha sonra eğitimine İsviçre’de devam etmek için Türkiye’den ayrıldı. Babasının vefatı nedeniyle 1919 tarihinde İstanbul’a geri dönen Ataç, 1922 tarihine kadar edebiyat okudu. Ne yazık ki eğitimini yarıda bıraktı.

Bir süre Fransızca öğretmenliği ve tercümanlığı yapsa da 1945 yılında Cumhurbaşkanlığı çevirmeni oldu. 1926 yılında Leman Hanım ile evlendi. Bu evliliğinden Meral isimli bir kızı oldu. Emekli olana dek Cumhurbaşkanlığı çevirmenliği yapan Nurullah Ataç, bu sürede pek çok eser kaleme aldı. Ünlü yazar, 17 Mayıs 1957 tarihinde İstanbul Numune Hastanesinde hayata gözlerini yumdu.

Nurullah Ataç’ın Edebi Kişiliği

Attila İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi şairler tarafından sıkça eleştirilen Nurullah Ataç en çok dil husumeti yaşamaktadır. Dilini yalınlaştırmak istemeyenleri başka dillere özenmekle itham eden Ataç, kimi zaman anlaşılamayacak kadar yalın sözcükler kullanmıştır. Edebiyata deneme ve eleştiri ile adını kazıyan ünlü yazar, devrik cümleler kurma konusunda öncüdür. Türk edebiyatında en sık devrik cümle kuran isim olması da ayrı bir tartışma konusu olmuştur.

Nurullah Ataç’ın Türk Edebiyatındaki Yeri

Nurullah Ataç, Türk edebiyatının deneme, günlük ve eleştiri alanında en önemli isimlerinden biridir. Bu doğrultuda ele aldığı düzyazı türlerinde olabildiğince anlaşılır olmayı hedeflemiştir. Onun eserlerinin Türk edebiyatına en büyük katkısı dil sahasında olmuştur. Yazara göre Türkçeye Latince, Grekçe, Farsça, Arapça dillerinden geçen her dil hemen uzaklaştırılmalıdır. Yerlerine farklı sözcükler kullanılmalı, dil özelleştirilmelidir.

Bu özelleştirme, elde bulunan sözcüklerle yapılırsa çok daha faydalı olacaktır. Türkçede yer alan “ve” bağlacının Arapça kökenli olduğunu dile getiren yazar onun yerine “ile” sözcüğünün kullanılması gerektiğini dile getirmiştir. Bununla beraber “günlük” sözcüğü yerine Türkçeye “günce” sözcüğünü de kazandırmıştır.

Nurullah Ataç’ın Eserleri Nelerdir?

Nurullah Ataç’ın Eserleri Nelerdir?

Türk edebiyatının dil konusunda dönemin devrimcileri arasında kabul edilen Nurullah Ataç, eserlerinin hemen hepsini kendi kuralları çerçevesinde ele almıştır. 1946 yılında ele aldığı “Günlerin Getirdiği” adlı eseri ilk kabul edilmektedir. Daha önce şiirleri olsa da kendini daha çok bir eleştirmen ve yazar olarak nitelendirmektedir. 1952 yılında “Sözden Söze” adlı eserini 1953 yılında da “Karalama Defteri” isimli eserini yayımlamıştır.

Nurullah Ataç’ın Eserlerinin İçeriği

Nurullah Ataç gerek günlüklerinde gerekse eleştiri yazılarında hep aynı noktalara vurgu yapmıştır. Onun için önemli olan kendini kendi diliyle ifade edebilmektedir. Başkalarının sözcüklerinin kullanılmasını acizlik olarak nitelendiren Nurullah Ataç, her eserinde bu konu üzerinde durmuştur. Bunun yanında bilhassa günlüklerinde kendi hayatını ele alan yazar, evliliğinden, işinden ve hayata dair fikirlerinden sıkça bahsetmiştir. Eserlerinin temelini dil tartışmaları oluştursa da günlük hayata dair pek çok konuda göze çarpmaktadır.

Nurullah Ataç ve Eleştiri Yazıları

Fikir dünyasında yer eden, ne varsa olduğu gibi ifade eden Nurullah Ataç bilhassa Türkçe hakkında pek çok kişiye taşlama yazmış bir isimdir. Özellikle eski dil ile eser kaleme alanları bir türlü anlamlandıramayan yazar, onların dillerine sahip çıkmamalarından rahatsız olmuştur.

Cahit Külebi Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Eleştiri yazılarında dil ve eser merkezli hareket eden Nurullah Ataç, Türkçenin başka dillerden çok daha güçlü olduğuna inanmıştır. Bu inancını son nefesine kadar savunmuş tüm eleştirilerini aykırı davranan isimlere yöneltmiştir.

Cahit Arf Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Cahit Arf, ülkemizde yetişen en iyi matematikçilerden biridir. Ayrıca bulunduğu çeşitli görevler sayesinde de tanınmış bir isimdir. Almanya’ya doktorasını yapmak için gittiği sırada Helmut Hasse ile tanışmış ve çalışmalar yapmıştır. Çalışmaların neticesinde kendi buluşları olan terimler ortaya çıkmıştır. Cahit Arf, bilim dünyasına Arf halkaları, Arf değişmezi ve Arf kapanışları gibi matematik terimleri kazandırmıştır.

Hayatı boyunca faydalı işler yaparak kendini sürekli geliştiren Cahit Arf, TÜBİTAK‘ta da görev almıştır. Bunun yanında üniversitelerde matematik dersleri de vermiş. Üniversite ortamında ordinaryüs profesörlüğe kadar yükselmiştir. Hayatı boyunda yaptığı değerli çalışmalar ve iyi bir matematikçi olması gibi birçok özelliğinden dolayı 2009 yılından bu yana 10 TL’lik banknotların arka yüzünde kendisine yer verilmiştir.

İlber Ortaylı Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Prof. Dr. Cahit Arf hakkında tüm dünyada birçok konferans düzenlenmiş; böylelikle kendisi dünyaca ünlü bir bilim adamı olmuştur. Tüm bu başarılarında yaptıklarını meslek olarak değil yaşam biçimi olarak görmesinin büyük etkisi olmuştur. Şimdi sizlere; “Matematik esas olarak sabır olayıdır. Belleyerek değil keşfederek anlamak gerekir.” sözleriyle kulaklara küpe olacak bir söz armağan eden Cahit Arf’ın kısaca hayatı hakkında bilgiler paylaşacağız.

Cahit Arf Kimdir?

1910 yılının 11 Ekim günü, Yunanistan Selanik’te dünyaya gelen Cahit Arf, 26 Aralık 1997’de İstanbul’da hayatını kaybetmiştir. Cahit Arf, Türk matematikçi, dünyaca ünlü bilim adamı ve TÜBİTAK’ın eski bilim kolu başkanıdır. Cahit Arf matematiği hiçbir zaman meslek olarak görmemiş; yaşam biçimine dahil etmiştir.

Öğrencilere matematiği ezberlememelerini, öğrenmeleri gerektiğini her zaman dile getirmiştir. Matematiğin sabır olayı olduğunu dile getirmiş; matematiğin her zaman sanatsal yönünü öne çıkartmıştır. Çok sevdiği matematik hakkında kendisini matematikte ölümsüz hissettiğinden de bahsetmiştir.

Cahit Arf’ın Hayatı

Cahit Arf, sultani isimli liselerin ilk bölümünde okumuş ama beşinci sınıftayken tanıştığı bir öğretmen ile matematiğe ilgi duymaya başlamıştır. Lise hayatının tam ortasındayken matematik sorularını çözebilmesi öğretmenlerinin ve ailesinin dikkatinden kaçmamış; neticede daha iyi bir eğitim alması için ailesi tarafından Paris’e St. Louis Lisesi’ne gönderilmiştir. Başarısıyla dikkat çeken Cahit Arf, eğitimini bitirip Türkiye’ye dönünce, hükümet tarafından yüksek öğrenim için Avrupa’ya gönderilecek öğrenciler arasında yer almayı başarmıştır.

Yüksek öğrenimini, Fransa’da Ecole Normale Superieure‘de yapmış ve 1932 yılında tamamlamıştır. Yüksek öğrenimi bittikten sonra Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yapmış sonrasında İstanbul Üniversitesi’nde Fen Fakültesi Bölümünde doçent adayı olarak görev almıştır. Doçentlik için ise Almanya’da eğitim almış ve doktorasını tamamlamıştır.

Cahit Arf’ın Meslek Hayatı

İstanbul Üniversitesi’nde ordinaryüs profesörlüğe yükseldi ve burada 1962 yılına kadar görev yaptı. Ardından matematik dersi vermek için Robert Koleji’nde göreve başladı. Yıl 1964’ü gösterdiğinde Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nda ilk bilim kurulu başkanı olarak göreve başladı. Sonraki yıllarda ABD’de araştırmalar yapmış; bu dönemde Kaliforniya Üniversitesi’nde konuk öğretim görevlisi olarak çalışmıştır.

1967 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Amerika ve Kanada’dan teklifler aldı. Ancak kendisi Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde göreve başladı. ODTÜ’den 1980 yılında emekli oldu ve ardından ara vermeksizin TÜBİTAK görevi başladı.

Bu dönemde TÜBİTAK’ın kurulmasında ciddi emekleri olmuştur. Ardından kuruma bağlı Gebze Araştırma Merkezi’nde göreve başlamıştır. 1983 ve 1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği’nin başkanlığında yer almıştır. Meslek hayatında 1943 yılında İnönü Armağanı ve 1974 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü kazanmıştır. Cahit Arf onuruna sayılar ve cebir üzerine 1990 yılında uluslararası sempozyum yapılmıştır. Bunun arkasından Türkiye’de de konferanslar yapılmıştır.

Cahit Arf’ın Ölümü

Matematiğe kattığı değerlerle dolu dolu bir hayat geçiren Cahit Arf, 1997 yılının 26 Aralık günü hayatını kaybetmiştir. Cahit Arf Bebek’teki evinde ağır bir kalp krizi geçirmiştir. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayan büyük matematikçi 87 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Cahit Arf, İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir. Hayatını kaybetmesinin ardından kendisi unutulmamış; adına her zaman anma konferansları düzenlenmiştir. Matematiğe kattığı değerler, kendisi aramızdan ayrılmış olsa da kullanılmaya ve geliştirilmeye devam edilmiştir.

Cahit Arf Hakkında Düzenlenen Konferanslar

Cahit Arf için Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin matematik bölümünde her yıl konferans düzenlenir. Yine anmak kapsamında 10 TL’lik banknotların arka tarafında Cahit Arf’ın yüzüne yer verilmiştir. ODTÜ’de düzenlenen konferanslarda her yıl farklı üniversitelerden farklı isimler konuşmacı olmuştur.

2009 yılında Bonn Üniversitesi’nden Gunter Harder, 2007 yılında Leiden Üniversitesi’nden Hendrik Lenstra, College de France’den Jean-Pierre Serre, Princeton Üniversitesi’nden Peter Sarnak, İleri Araştırma Enstitüsü’nden Robert Langlands, Brown Üniversitesi’nden David Mumford, Utrecht Üniversitesi’nden Don Zagier, Essen Üniversitesi’nden Gerhard Frey ODTÜ konferanslarında konuşma yapmış ünlü kişilerdir ve hemen hepsi matematikçidir.

Cahit Arf’ın Eserleri

Cahit Arf, özellikle cebir alanındaki çalışmalarıyla tüm dünyada ün kazanmıştır. Geometri problemlerinin pergel veya cetvel yardımıyla çözülebileceği hakkında çalışmalar yapmış ve cisimlerin kuadratik formlarının tasnif edilmesinde görülen değişmezlerle alakalı terimler ortaya çıkartmıştır.

Halil İnalcık Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Bunlara Arf değişmezi ve Arf halkaları denen terimler matematik dünyasında yer almayı başarmıştır. Bunların dışında Hasse-Arf Teoremi olarak bilinen teorileri de keşfetmiştir. Ülkemizdeki matematiğin günümüzdeki seviyeye gelmesinde Cahit Arf’ın ciddi bir rolü vardır.

II. Murat Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Aynı zamanda Koca Murat olarak da bilinen II. Murat, 1. Mehmet’ten (Çelebi Mehmet) sonra tahta geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 6. Padişahı olan 2. Murat, Fatih Sultan Mehmet‘in babasıdır. Henüz 17 yaşındayken tahta çıkan 2. Murat, Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum yeri olan Selanik’i fethederek Osmanlı’ya katan padişahtır.

4 evlilik yapmış olan padişahın eşleri şunlardır: Hüma Hatun, Tacünnisa Hatice Halime Hatun, Mara Hatun ve Yeni Hatun’dur. Hüma Hatun, Fatih Sultan Mehmet’in annesidir. Mara Hatun ise Sırbistan Despotu Yorgo Bronkoviç’in kızıdır aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’i kendi öz evladı gibi sevip, koruyup kolladığı söylenmektedir. Bu yüzden Mara Hatun, Fatih Sultan’ın ikinci annesi olarak kabul edilir.

Kanuni Sultan Süleyman Kimdir? Hayatı ve Eserleri

6’sı kız 4’ü erkek olmak üzere 10 çocuk babası olan 2. Murat, babası 1. Mehmet’in bir av kazası sebebiyle yaralanması sonucu verdiği vasiyet üzerine tahta geçmiştir. Bu makalemizde siz değerli okuyucularımıza 2. Murat’ın hayat hikayesini sunacağız.

II. Murat Kimdir?

2. Murat, 30 Mart 1404 tarihinde Amasya’da doğmuş ve 3 Şubat 1451’de Edirne’de hayata veda etmiştir. Dulkadiroğulları’nın beyi Nasireddin Muhammed, 2. Murat’ın anne tarafından dedesidir. Annesi ise Emine Hatun’dur. Bazı tarihçiler 2. Murat’ın annesinin Emine Hatun değil, Amasyalı Divittar Ahmed Paşa’nın kızı Şehzade Hatun olduğunu söylerler.

II. Murat’ın Hayatı

Çocukluk yıllarını doğduğu Amasya’da geçiren 2. Murat, 1410 yılında babası ile birlikte Bursa’ya gitmiş, orada saray görgüsü ve terbiyesi üzerine eğitimler almıştır. Lalası Yörgüç Paşa’dır. 2. Murat 11 yaşındayken, 1415’te lalası ile birlikte Rum ve Danişmendiye eyaletinin valisi olmuştur. Bu eyalet Osmanlı’nın doğu sınırı olması nedeniyle çok büyük bir öneme sahiptir.

1421 yılında Osmanlı Padişahı oluncaya dek bu valiliğe devam eden 2. Murat, 1416 yılında Börklüce Mustafa’nın başlattığı ayaklanmayı bastırmıştır ve bu olay 2. Murat’ın tarihteki ilk önemli başarısıdır. Bu olaydan 2 sene sonra Samsun’u fetheden 2. Murat, genç yaşına rağmen devleti başarıyla yönetebileceğinin ilk işaretlerini vermiştir.

II. Murat’ın Tahta Çıkması

2. Murat, babası 1. Mehmet’in vasiyetiyle 17 yaşındayıken tahta çıkmasına rağmen, diğer kardeşlerinin taht mücadelesi sebebiyle yaklaşık 3 yıl süren bir çatışma dönemi yaşanmıştır. 1. Mehmet, diğer oğulları Mustafa, Yusuf ve Mahmut’u tahta geçen 2. Murat’ı boğdurma ihtimaline karşı Bizans İmparatoru Manuel ile anlaşarak onun himayesine göndermiştir.

Ancak 1. Mehmet öldükten sonra bu anlaşmayı bozan Bizans İmparatoru, Mustafa Çelebi’yi serbest bıraktı ve bunun karşılığında ondan Gelibolu’yu Bizans’a bırakmasını istedi. Ardından bir Bizans Donanması ile Mustafa’yı Limni’den Rumeli’ye geçirdi. Burada hem Cüneyd Bey hem de Rumeli beyleri ile anlaşma yapan Mustafa, kendi önderliğinde bir ordu kurdu.

Bunu haber alan 2. Murat, veziriazamı Amasyalı Beyazıt Paşa’yı Mustafa’nın üzerine saldı. Edirne üzerinde karşılaşan iki ordu büyük bir mücadeleye girişti ve bu savaş sonunda 2. Murat’ın ordusunun büyük bir kısmı saf değiştirerek teslim oldular. Veziriazam Amasyalı Beyazıt Paşa esir alındı ve Cüneyd Bey’in teklifi ile Mustafa, veziriazamı idam ettirdi.

Bu olaylar sonucunda Osmanlı’nın ikinci başkenti olarak kabul edilen Edirne’ye gelen Mustafa, burada halkın büyük desteği ve tezahüratları ile karşılandı. Ardından kendi adına hem hutbe okuttu hem de sikke bastırdı. Edirne’de tıpkı bir padişahmış gibi davranan Mustafa, Bizans İmparatoruna olan sözünü tutmadı ve Gelibolu’yu vermedi. Bu olay, Bizans’ın desteğinin kesilmesine yol açtı. Aynı zamanda saray tarafından, Mustafa’nın 1. Mehmet’in oğlu olmadığı yönünde haberler yayılmaya başladı. Bu duyumu alan halkın bir kısmı da Mustafa’ya olan desteğini geri çekti.

Tam bu esnada Mustafa’nın en büyük destekçisi olan Cüneyd Bey’e 2. Murat tarafından bir teklif iletildi. Bu teklife göre; Mustafa Çelebi’ye olan desteğini geri çekmesi karşılığında kendisine İzmir ve Aydın Beyliği verilecekti. Bu teklifi kabul eden Cüneyd Bey’in de desteğini çekmesi sonucu Mustafa iyiden iyiye güçsüzleşti. Aldığı üst üste darbelerden sonra kendisini destekleyen küçük çaptaki ordusuyla geri çekilen Mustafa, Ulubat dolaylarına geldiği sırada 2. Murat’ın gönderdiği Hacı İvaz Paşa’nın ordusuyla karşılaştı ve çıkan çatışmada çok büyük zararlar gördü.

Bu çatışmadan kurtularak Gelibolu’ya kaçmayı başaran Mustafa, orada tutunamayarak Edirne’ye geçti. Kendisine sadakatlerini ileten Edirne halkıyla selamlaştıktan sonra, Edirne’de bulunan Osmanlı hazinesinden önemli bir bölümü alarak kaçmaya çalıştı. Ancak o esnada yakalanarak Edirne Kale Burcu’nda asıldı. Mustafa Çelebi’nin gerçekten 1. Mehmet’in oğlu mu olduğu yoksa bir düzmece sonucu mu kendisini böyle kabul ettirdiği hala tarihçiler arasında tartışma konusudur.

II. Murat’ın Tahttan Feragat Etmesi

Üst üste aldığı ağır yenilgiler ve oğlunun ölüm haberi üzerine bunalıma giren 2. Murat, tahttan feragat ederek yerini oğlu 2. Mehmet’e bırakmıştır. 2. Mehmet, İstanbul Fatihi olan Sultan Mehmet’tir. Tahttan indikten sonra Manisa’ya yerleşen 2. Murat, Macarların anlaşmayı bozup Tuna’yı aşması üzerine vezirleri tarafından tekrar saraya davet edildiyse de bu daveti reddetmiştir. Bu olay Fatih Sultan Mehmet’in o tarihe geçen fermanı yazmasına vesile olmuştur.

Babasının, ordunun başına geçmeyi reddetmesi üzerine Fatih Sultan Mehmet; “Eğer Sultan’san gel ve ordunun başına geç. Yok eğer Sultan ben isem, kati emrimdir gel ve ordunun başına geç” fermanını babasına iletmiştir. 2. Murat bu olay üzerine ordusunun başına geçmiştir. II. Murat 1450 yılında Arnavutluk Seferi’ne çıkmış fakat bu seferi tamamlayamamıştır. 1451 yılında hayatını kaybettikten sonra, yerine oğlu II. Mehmed geçmiştir.

II. Murat’ın Venedikliler ile Savaşı ve Selanik’i Fethetmesi

İstanbul’u kuşattıkları sırada Bizans ile anlaşarak Selanik’i ele geçiren Venedikliler, 1424 yılında bu defa da Çanakkale’ye karşı bir saldırı girişiminde bulunarak boğazları ele geçirmeye çalıştılar. Bu olaylar üzerine İstanbul’un Venedikliler tarafından fethedileceğinden çekinen 2. Murat, hemen Bizans İmparatoru ile görüşmelere başladı. Bu görüşmeler sonunda Bizans İmparatoru, Osmanlı’ya her yıl 30 bin duka altın vermeyi ve ayrıca Ege ve Karadeniz kıyılarındaki şehirleri Osmanlı’ya vermeyi kabul etti.

Bu şehirler önceden Osmanlı’ya ait olmasına rağmen, Ankara Savaşı’nda büyük bozguna uğrayarak ordusunun zayıflaması sonucu Bizanslılar tarafından ele geçirilmişti. 1425 yılında Anadolu’yu bir Türk birliği haline getirmek için çalışmalara başlayan 2. Murat, öncelikle sürekli isyancılara destek veren Cüneyd Bey’i ve ailesini ele geçirerek idam ettirdi.

Uzun uğraşlar sonucu Anadolu’da barışı sağlayan 2. Murat, bu sefer elindeki orduları Venedik’e karşı kullandı. Selanik’i elinde bulunduran Venedikliler hala Çanakkale üzerinden bir abluka uygulamaya devam etmekteydi ancak 2. Murat, 29 Mart 1430 tarihinde bu ablukaya karşı zafer kazanarak önce Selanik’i ele geçirdi hemen ardından da Yanya’yı fethetti. Bu fetihler üzerine Osmanlı – Venedik Anlaşması’nı imzalayan 2. Murat, ardından Balkanlarda ortaya çıkan Arnavutlu İsyancıları bastırdı.

Daha sonra gelişen olaylarda, 2. Murat’ın kayınpederi Sırp Despotuu Yorgo Brankoviç, Osmanlı aleyhine Macarlar ile işbirliğine girdi. Karşısındaki cephenin kalabalıklaşması sonucu 2. Murat, 1434’ten sonra Balkanlar’da daha sert politikalar izlemeye başladı. Bu olaydan 3 yıl sonra Anadolu’ya sefer düzenleyen 2. Murat, Konya, Beyşehir ve Hamideli’yi tekrar Osmanlı topraklarına kattı.

Anadolu’da gücünü iyice pekiştiren 2. Murat, ilk Macaristan seferine çıkarak şimdiki Sibiu Kalesi’ni kuşattı. Sonrasında Karpat Dağları’nı aşarak Eflak’a girdi ve oradan Edirne’ye döndü. 1438 yılında ise Sırbistan’a sefer düzenleyen 2. Murat, Semendire’yi ele geçirdi ve Sırp Despotluğu’nu yıkarak Sırbistan’ı bir Osmanlı Eyaleti haline getirdi.

III. Murat Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Ancak daha sonraki Janos Hunyadi istilasında büyük bir yenilgiye uğrayan Osmanlı Ordusu, ağır kayıplar verdi. Bu yenilginin sebebi, Macar ordularının arabalar üzerindeki tüfekli ve oklu askerlerin varlığıdır. Osmanlı Ordusu, bu orduya karşı direncini koruyamamış ve savaşı kaybederek barışa zorlanmıştır. Daha sonrasında Segedin Antlaşması’nı imzalamıştır.

Bu olaylar esnasında 2. Murat, Amasya Valisi olarak atadığı oğlu Alaaddin Ali Çelebi’nin ölüm haberiyle yıkılır. Bu anlaşmayla Osmanlı, daha önce işgal ederek eyaleti haline getirdiği Sırbistan’a özgürlüğünü geri vermek durumunda kalmıştır. Macarlar da, Bulgaristan üzerindeki hak iddialarından vazgeçti ve her iki taraf da Tuna Nehri’ni geçmemek konusunda anlaşmaya vardı.

Cahit Külebi Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Tokat’ın Zile ilçesinde 1917 yılında dünyaya gelen Cahit Külebi, eserlerinde Mahmut Cahit ve Nazmi Cahit isimlerini kullanmıştır. Lise eğitimini Sivas Lisesi’nde tamamlamış ve üniversiteyi İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunda Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okumuştur. Ankara Gazi Lisesi, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Devlet Konservatuarı ve Ankara Lisesi, Külebi’nin çeşitli görevlerde çalıştığı kurumlardır.

1946 yılında da ilk şiir kitabını piyasaya çıkarmıştır. Adamın Biri (1946) isimli kitabının ardından Rüzgar (1949) isimli eserini çıkarmıştır. Şiirlerindeki yalın ve samimi anlatımı ünlü şairin kendine özgü tarzını yansıtmaktadır. 1972 yılında emekliye ayrılmış ancak Türk Dil Kurumunda görev yapmaya devam etmiştir. 20 Haziran 1997 yılında vefat etmiş olan yazar şiirleri ve düz yazı eserleri ile sevilen şairlerindendir.

Yaşar Kemal Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Türkülerden esinlenerek şiirler yazan Cahit Külebi, kendi tarzını da; toplumcu ve halkçı olarak tanımlar. Kendini “halkçı şair” olarak nitelendiren Cahit Külebi şiir anlayışını ise şu şekilde özetler; “Herhangi bir belirtiye dayanarak da şiir yazmıyorum. Toplumcu ülkelerde de artık öğreti açısından şiir yazma modası gittikçe azalmaktadır. Ama, toplumculuktan çok halkçılığı benimsemiş bir insan olduğum için, toplumculuğuma gölge düşürmenin yanılgı olduğunu belirtmek isterim.” Şimdi dilerseniz, usta kalem Cahit Külebi’nin biyografisini hep birlikte okuyalım.

Cahit Külebi Kimdir?

1940’lı yılların başında başlayan şiirde yenileşme akımının başlıca öncülerinden olan Cahit Külebi, Türk edebiyatının gelmiş geçmiş en değerli isimlerinden biridir. Edebiyat alanında aldığı eğitimleri mesleki yaşamında en iyi şekilde değerlendirmiştir. Bu sayede devletin birçok önemli kurumunda başmüfettişlik gibi görevlerde bulunmuştur.

Şiirlerinde genellikle doğa sevgisi, memleket ve insan gibi konuları işlemiştir. 1917- 1997 yılları arasına edebiyatla dolu koskoca bir ömrü sığdırmış olan Cahit Külebi Tokat Zile doğumludur. Gerçek Adı Mahmut Cahit olmasına karşın edebi kişiliğinde sadece Cahit ismini kullanmayı tercih etmiştir.

1972 yılına kadar mesleki kariyerine ve şairlik yaşamına yoğun olarak devam etmiş ve bu yıldan sonra emekli olmuştur. Ancak Türk Dil Kurumundaki görevlerini sürdürmeye devam etmiştir. 1976 yılında yine aynı kurumda genel yazmanlık görevi verilmiştir.

Cahit Külebi’nin Hayatı

Ailesi tarafından Mahmut Cahit ismi verilmiş olan usta şairin ailesi soyadı kanununun çıkması sonrasında Erencan adını almışlardır. Ancak ünlü şair takma olarak kullandığı Külebi soyadını sonraki yıllarda tescil ettirmiştir. Öğretmen Okulunda okuduğu sırada reşit Rahmedi Arad vasıtası ile Almanya’ya gitmiş ve burada Almancayı öğrenmiştir.

1942 yılında askerliğini tamamlamasının ardından Antalya Lisesine stajyer öğretmen olarak görevlendirilmiştir. Bir yıl burada görevde kaldıktan sonra 1943 yılında Ankara Devlet Konservatuarında edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Okul yaşı gelmeden okula gönderildiği için her zaman çekingen ve utangaç bir mizaca sahip olduğu bilinmektedir.

İlkokul yıllarındayken Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar gibi usta şairlerin şiirlerini yakından takip eden Külebi, aynı zamanda Hammer tarihini de araştırmıştır. İlk şiirlerini Nazım Cahit ismi ile lise yıllarındayken vermiştir.

Cahit Külebi’nin Edebi Kişiliği

Memleketçi şiirlerin ismi olan Cahit Külebi doğa ve manzara konulu şiirlerini her zaman sade bir dil ile anlatmaya çalışmıştır. İlk eserlerini hece ölçüsü kuralına uyarak vermiş, ancak şiirlerindeki uyumu yakalayabilmek için kafiyeleri de kullanarak serbest şiirler yazmaya başlamıştır. Şiirlerini memleket şiirleri, destanlar ve aşk şiirleri olarak üç farklı kategoriye bölmek mümkündür.

Üslup Cahit Külebi için son derece önemli bir kavramdır. Bu nedenle şiirlerindeki betimlemelerde bu tür bir üsluba önem vermiştir. Memleket özlemi ve çocukluk anıları gibi konular şiirlerin geneline hakim olsa da karamsarlık ve yoksulluk gibi olgular da şiirlerin genel temalarını oluşturmaktadır. Bu noktada Turgut Uyar gibi şairlere de ilham kaynağı olmuştur.

Cahit Külebi’nin Şairlik Hayatı

Henüz lise öğrencisi iken ilk şiirlerini yazmaya başlamış olan Cahit Külebi’nin, Sivas Erkek Lisesine ait Toplantı dergisinde yayınlanmış şiirleri bulunmaktadır. İstanbul’da yaşamaya başlamasının ardından Gençlik dergisinde Mahmut Cahit imzasını taşıyan iki adet şiiri, Nazım Cahit ismi ile de iki şiiri yayınlanmıştır.

Sokak, Varlık ve Gençlik dergilerinde yayınlanan eserleri için ise Cahit Erencan ismini kullanmıştır. Külebi soyadı aile ismi olan Gullebi’den ileri gelmiş ve sonraki yıllarda bu soy ismini daha çok benimsemiş olan şair tescil ettirmiştir.

Peyami Safa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Yazın türlerinde yeni hareket ve akımların yoğun olduğu 1940 edebiyatında hiçbir gruba ya da akıma mensup olmamasına karşın kendine özgü şiirlerini kabul ettirmeyi başarmıştır. Yayınlanan eserleri arasında çeviri türündeki yazıları da bulunmaktadır.

Cahit Külebi’nin Aldığı Ödüller

Türk Edebiyat Tarihi’nin ödüllü şairlerinden olmayı başarmış isimlerden Cahit Külebi, 1985 yılında Yangın adlı Şiiri ile Yeditepe Şiir Ödülü’nü almıştır. 1997 yılında ise ölmeden önce kendisine Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü verilmiştir. Bu ödülünü Yeşeren Otlar ve Keçiler isimli eserinden dolayı almıştır. Eserlerinde Anadolu insanını betimlemeyi tercih etmiş olan Cahit Külebi Sivas Yollarında adlı şiiri ile günümüz edebiyat derslerinin vazgeçilmez parçalarından biridir.

Cahit Külebi’nin Eserleri

Şiir türünde 15’e yakın eseri ile şairlik yönünü öne çıkarmış yazarlarımızdan Cahit Külebi hatıra ve düz yazı gibi türlerde de denemelerde bulunmuştur. Şiir türünde yazdığı kitaplar şunlardır; Adamın Biri, Atatürk Kurtuluş Savaşında, Zerdali Ağacı, Rüzgar, Yeşeren Otlar, Süt, Türk Mavisi, Yangın, Sıkıntı ve Umut, Kamyonlar Kavun Taşır ve Bir Biliriz Bizim İşlerimizi yazarın en sevilen şiir kitapları arasındadır.

Hatıra (anı) türünde ise; İçi Sevda Dolu Yolculuk adlı eseri bulunmaktadır. Ece’nin Günlüğü ve Şiir Her Zaman kitapları ise düz yazı türündeki eserlerine örnektir.


Beyazıt Öztürk Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Talk show programı sunucusu Beyazıt Öztürk, komedyenliği ile beraber aktörlük yapan isimlerden biridir. Modern çağın en tercih edilen eğlence tarzlarından biri olan stand-up, Beyazıt Öztürk ile beraber çok daha renkli bir hal almıştır. Uzun yıllardır televizyon ekranlarında yer alan ünlü isim, Türkiye’nin en gözde programlarından birinin sunucusudur.

Ekranlarda programı dışında reklam ve konuk oyunculuğu ile tanınan Beyazıt Öztürk aynı zamanda sinema filmleriyle de gündeme gelmiştir. Bir süre müzikle yakından ilgilenen ünlü isim, bu alanda pek tutunamamış ekranlara geri dönüş yapmıştır. Sahnede Beyaz ismini kullanmayı tercih eden Beyazıt Öztürk; sevimli, sıcakkanlı, hoş sohbetiyle 7’den 70’e, küçük büyük herkesin sevdiği bir isim olmuştur.

Kemal Sunal Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Binlerce seyirciyi ekran başında bir araya getiren ünlü şovmen, genç kızların hayran olduğu ilk isimlerdendir. Modern kültürün kaliteli espri anlayışını canlı kılan Beyazıt Öztürk aynı zamanda karakteriyle de takdir toplamaktadır. Sevilen ismin kısaca hayat hikayesi için Bilgihanem okurları için hazırladığımız yazımızı okuyabilirsiniz.

Beyazıt Öztürk Kimdir?

Türk televizyonunun uzun süredir tanıdığı, halkın kendi içinden kabul ettiği Beyazıt Öztürk, televizyon sunucusu, radyocu ve aktördür. Yayınlanan programında kullandığı Beyaz ismi ile kabullenilen ünlü isim, ekranların vazgeçilmez yüzlerinden biri olmuştur. Yıllardır ekranlarda olan ünlü isim talk-show, sinema ve reklam filmleri ile herkes tarafından tanınmaktadır.

Milyonlarca hayranı olan Beyazıt Öztürk, bir süre farklı kanallarda programlar yapsa da uzun süredir Kanal D ekranlarında programına devam etmektedir. Beyaz Show adını verdiği talk-show programıyla milyonları ekrana kilitleyen ünlü komedyen, yaptığı esprilerle küçük büyük herkese hitap etmektedir.

Beyazıt Öztürk’ün Hayatı

12 Mart 1969 yılında Bolu’da dünyaya gelen Beyazıt Öztürk, baba tarafından Artvinlidir. Babasının polislik yapması nedeniyle Anadolu’nun pek çok noktasında bulunan komedyen, öğrenimini de farklı şehirlerde tamamlamıştır. Resim becerisi oldukça fazla olan komedyen Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunudur.

Üniversite döneminde radyo sunuculuğu yapan komedyen, ilk kez Genç Radyo ile sesini duyurmuş, bir süre “r” harfini söyleyemediği için dinleyicilere yabancılık yaşatmışsa da samimiyeti ve sevecenliği ile kolayca sevilmiştir. Radyonun arkasından televizyon ekranlarında görünen ünlü isim hem eğlence programları düzenlemiş hem de sinema ve reklam filmlerinde oynamıştır.

Sanat camiasına radyo ile adım atan Beyazıt Öztürk, ilk olarak Eskişehir’de arkadaşları ile kurduğu Genç Radyo’da çalışmaya başlamış daha sonra Radyo Klas’tan gelen teklif üzerine İstanbul’da yaşamaya başlamıştır. Daha sonra Gece Tavuğu isimli programıyla ekranlarda yer alan ünlü ismin, Number One TV ile yıldızı parlamıştır. Webcam ile stüdyo yayını yapan Beyazıt Öztürk, yüzünü göstermeden başlattığı Beyaz isimli programını bir hayli sürdürmüştür.

Sonrasında Kanal 6 ile çalışan ünlü komedyen bugünkü bilinirliğini Kanal D ekranları ile kazanmıştır. 1996 yılında Kanal D ile çalışan komedyen, 2000-2002 yılları arasında Star TV ‘de de program yapmıştır. 2003 yılında tekrar Kanal D ‘ye dönen oyuncu bu kanallar dışında NTV, TRT1 ve CNN TÜRK ekranlarında da programlar sunmuştur.

Beyazıt Öztürk’ün Rol Aldığı Diziler

Beyazıt Öztürk, her ne kadar stand-up sanatçısı olarak tanınsa da birbirinden farklı projelerle ekranlarda boy göstermiş bir isimdir. Bu projelerin bir kısmı dizi bir kısmı ise reklamdır. 1 Erkek 1 Kadın dizisi ve Çok Güzel Hareketler Bunlar programında konuk oyuncu olarak yer alan Beyazıt Öztürk, bu projeler dışında Rıza karakteri ile Yalan Dünya, Levent karakteri ile Karım ve Annem, Cem karakteri ile Biz Size Aşık Olduk dizilerinde yer almıştır.

Beyazıt Öztürk’ün Rol Aldığı Sinema Filmleri

Halk tarafından komedyenliği kadar oyunculuğu da takdir edilen Beyazıt Öztürk, birbirinden farklı sinema filmleri ile gündemde kalmıştır. Başarılı oyunculuğunu gösterdiği ilk sinema filmi 1997 yılında yer aldığı Nihavend Mucize isimli projedir. Daha sonra 2001 yılında Dansöz filminde yer alan oyuncu, 2002 yılında Sır Çocukları filminde bulunmuştur. 2005 yılında O Şimdi Mahkum isimli sinema filminde bulunan ünlü komedyen son olarak 2006 yılında Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü isimli filmde yer almıştır.

Beyazıt Öztürk’ün Ödülleri ve Çalışmaları

Türkiye’nin en ünlü ve en çok sevilen televizyon sunucularından biri olan Beyaz, bu başarısını biraz da karakterine borçludur. Her daim koruduğu beyefendi duruşu ve düzgün kişiliğiyle, Türk milletinin beğenisini kazanmıştır. Beyazıt Öztürk’ün eserleri başlığı altında aldığı ödüllere ve müzik alanında yaptığı çalışmalara yer vereceğiz.

Beyazıt Öztürk’ün Aldığı Ödüller

Özellikle yıllardır yayınlanan eğlence programı ile pek çok üniversite öğrencisini misafir eden Beyazıt Öztürk, kaliteli ve eğlenceli içeriği ile birçok ödüle de layık görülmüştür. Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği ya da Altın Kelebek gibi büyük projelerden aldığı ödüllerin yanı sıra Uludağ, Boğaziçi, Beykent ve Ankara Üniversitesi gibi pek çok üniversiteden de ödül almıştır.

Beyazıt Öztürk’ün Müzik Deneyimleri

Show dünyasında hızla yükselişe geçen Beyazıt Öztürk kısa süre içinde sinema ve reklam teklifleri almaya başlamış, oyunculuğunun da komedyenliği kadar iyi olduğunu kanıtlamıştır. Dizi, film, reklam ve eğlence alanlarında oldukça başarılı olan ünlü komedyen müzik alanında bu kadar şanslı olmamış tutunamamıştır.

Fikret Kızılok Kimdir? Hayatı ve Eserleri

1997 yılında Beyaz Türküler albümü ile müzik dünyasına adım atan ünlü komedyen aradan uzun süre geçtikten sonra 2012-2014 yıllarında Yalan Dünya isimli albümünü yapmıştır. Tüm albümleri her ne kadar tutmasa da müzik ve Beyazıt Öztürk denildiğinde akla gelen tek şarkı Gemilerde Talim Var isimli şarkısı olmuştur.

Ziya Osman Saba Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Türk edebiyatının tartışmasız en iyi şair ve yazarlarından biri olan Ziya Osman Saba, adını Yedi Meşaleciler grubu ile duyurmuştur. Şiirlerinin büyük çoğunluğunda İstanbul’a yer veren şair, edebiyata bakış açısını da bu çerçeve üzerine yoğunlaştırmıştır. İlk şiirlerini Servet-i Fünun dergisinde yayımladıktan sonra bireyselliğin ağır bastığı eserler ortaya koymuştur. Eserlerinin büyük çoğunluğunda kendini ve kendi sevdası olan İstanbul’u ele almıştır. İstanbul halkının şair için özel bir yeri vardır.

Genç yaşta şiir yazmaya başlasa da kısa sürede edebiyat dünyası tarafından tanınmıştır. Başarılı üslubu ve şiire olan düşkünlüğü pek çok hayranı olmasını sağlamıştır. Bilhassa Cahit Sıtkı Tarancı ile olan dostluğu, Ziya Osman Saba’nın en büyük şansı olmuştur.

Turgut Uyar Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Çünkü şair tüm edebiyat camiasını bildiği için Ziya Osman Saba’yı hemen herkesle tanıştırmıştır. Yedi Meşaleciler grubuna dahil olduktan sonra şiir çizelgesi biraz daha değişen şair, hece ölçüsünün yanında serbest nazma yönelmiştir.

Ziya Osman Saba Kimdir?

Ziya Osman Saba Kimdir?

Edebiyat dünyasına 17 yaşında adım atan, kısa sürede adından sıkça söz ettiren Ziya Osman Saba, hemen herkes tarafından sevilen bir şairdir. Şairliğinin yanı sıra düz yazı alanında da başarılı olan yazar ayrıca araştırma ve incelemeleriyle de takdir toplamıştır. Sakin, ılımlı ve sevecen bir karakteri olan Ziya Osman Saba, bu karakterini olduğu gibi eserlerine de yansıtmıştır.

Şiirlerini okurken kolaylıkla anlamak mümkündür. Üstelik kendine dair izlere rastlanılan eserlerinde şairin üslubu da oldukça kuvvetlidir. Ziya Osman Saba,  şiir hayatına hece ölçüsü ile başlayan şairlerden olmuştur. Halkın anlayabileceği, sade, yalın ve bir o kadar da akıcı olan tarzı bugün hala adının güzel bir şekilde hatırlanmasının temel nedenleri arasındadır.

Ziya Osman Saba’nın Hayatı

Ziya Osman Saba’nın Hayatı

İstanbul’da doğan Ziya Osman Saba, 30 Mart 1910 tarihinde dünyaya gelmiştir. Annesinin ailesi ile beraber yaşayan şair, küçük yaşta annesini kaybetmiştir. Sonraki hayatında bu hüznü hemen her adımında görmek mümkündür. Kırılgan ve içine yönelik bir kişiliğe sahip olmasının temel nedeni annesine ihtiyaç duyduğu dönemde yanında olmamasıdır. Bunu şiirlerinde fark etmemekse imkansızdır.

Beşiktaş’ta ilk ve orta öğrenimini tamamlayan Ziya Osman, liseyi Galatasaray Lisesinde tamamlamıştır. Bu yıllarda Cahit Sıtkı Tarancı ile tanışan şair, hayatında farklı bir pencere açıldığını fark edecektir. 1931 yılında liseden mezun olan şair, bir süre akrabalarıyla beraber Paris’te bulunur.

Paris’te kuzeni Nermin’e âşık olan şair, tüm engellemelere rağmen onunla evlenir. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştır. Okurken Cumhuriyet gazetesinde yazıları yayımlanmaya başlar. 1936 yılında hukuk fakültesinden mezun olur, askerlik görevini tamamlar.

Eşi Nermin Hanım’ın uzun süre Bakırköy’de tedavi görmesi ve bir türlü iyileşememesi üzerine boşanma kararı alan Ziya Osman Saba, 1941 yılında boşanır. Sonrasında babasının kaybı ve savaş nedeniyle askerliğe çağrılması, hayatının en zor dönemlerini geçirmesine neden olur. Döndüğünde bankada çalışan şair, bu süre içinde Rezzan Hanım’a âşık olur. Bir süre sonraysa Ankara’ya tayini çıkar. Bu sürede Rezzan Hanım’ı İstanbul’da bırakmak şairi çok zorlar. Bu nedenle işinden ayrılarak yeniden İstanbul’a döner. Milli Eğitim Bürosu şefliğine başlar. Kısa süre sonra evlenir, ancak şair sağlık sorunları nedeniyle hayatının bu dönemini oldukça zorlu geçirir ve vefat eder.

Ziya Osman Saba’nın Eserleri

Ziya Osman Saba’nın Eserleri

Yazdığı dönemlerde pek çok eser ortaya koyan Ziya Osman Saba, pek çok şiirini dergilerde gazetelerde yayımlamıştır. Ne yazık ki yayımlanan tüm eserleri bir araya getirilmediği için şairin pek çok eseri ortada bulunmamaktadır. Şiir ve öyküleri dışında bilinen tek eseri Cahit Sıtkı Tarancı ile birlikte kaleme aldıkları Ziya’ya Mektuplar isimli eseridir.

Ziya Osman Saba’nın Şiirleri

Yedi Meşale grubuna dâhil olduktan sonra 1928 yılında Yedi Meşale ortak yayınında eserlerine yer veren şair daha sonra 1943 yılında Sebil ve Güvercinler isimli eserini yayımlamıştır. Şairin en çok bilinen bu eseri aynı zamanda çok da sevilir.

1947 yılında Geçen Zaman isimli eserini yayımlayan şair daha sonra 1957 yılında Nefes Almak isimli eseri ortaya koyar. Bunların arkasından Bir Yer Düşünüyorum, Çocukluğum, İstanbul, Deniz Kıyısında Kulübe isimli şiirlerini çıkarmıştır.

Ziya Osman Saba’nın Öyküleri

1952 yılında Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi isimli öyküsünü yayımlayan Ziya Osman Saba, bu öykü ile adından uzun süre söz ettirmiştir. Üstelik yalnızca yaşadığı dönemde değil ölümünün ardından da ismi bu eserle aynı anda telaffuz edilmiştir. Yazarın 1957 yılında yayımladığı Değişen İstanbul isimli öykü kitabı da büyük beğeni toplamıştır.

Ziya Osman Saba’nın Çalıştığı Dergiler

Ziya Osman Saba’nın Çalıştığı Dergiler

Olgunluk dönemi şiirlerini Servet-i Fünun dergisinde yayımlayan Ziya Osman Saba, ilk adımlarını Cumhuriyet gazetesinde atmıştır. Sonrasında birçok profesyonel şiiri ile Servet-i Fünun dergisinde yer almıştır.

Yaşar Nabi Nayır Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Daha sonra Yedi Meşaleciler grubuna dâhil olmuş ve bu dergide de pek çok eserinin yayımlanmasını sağlamıştır. Aynı zamanda Milliyet gazetesinde de öykü ve şiirlerine rastlamak mümkündür. Varlık, Yücel ve Ataç dergileri de şairin çalıştığı diğer dergilerdir.

İbn-i Sina Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

İbn-i Sina çağının en önde gelen bilim adamlarından biridir. Yazdığı kitaplardan tüm tıp dünyası uzun yıllar yararlanmış ve pek çoğu da ders kitabı olarak okullarda okutulmuştur. Özellikle tıp alanında geliştirdiği tedavilerle, ölümcül hastalara şifa olmuş ve üstün zekasıyla önemli devlet adamlarını da kendisine hayran bırakmıştır.

İbn-i Sina henüz küçük yaşlardayken, öğrenim hayatında çok zeki olduğu fark edilmiş ve öğretmenlerini de geçerek daha 16 yaşındayken hasta kabulüne başlamıştır.

Abdal Musa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Tıp alanının yanı sıra, felsefe, astronomi, kimya vb. ana bilim dallarıyla da yakından ilgilenen İbn-i Sina, geliştirdiği fikirlerle yaşadığı çağa adını altın harflerle yazdırmayı başarmıştır. İbn-i Sina günümüz modern tıbbına eserleriyle ışık tutmayı başarmıştır.

İbn-i Sina Kimdir?

İbni Sina Kimdir?

İbn-i Sina 980 yılında Afşana Köyü, Buhara’da dünyaya gelmiş ünlü Tıpçı, filozof, yazar, fizikçi ve bilim adamıdır. Asıl adı Ebu Ali el-Hüseyin ibni Abdullah ibn-i Sina el-Belhi’dır.  Samanoğulları sarayı maliye katiplerinden ve saygın bir bilim adamı Abdullah Bin Sina’nın oğlu İbn-i Sina; felsefe, tıp, astronomi ve kimya alanlarında önemli çalışmalar yapmıştır.

Batılılar İbn-i Sina’yı Avicenna ismi ile tanımaktadırlar. Dünyayı Değiştiren 100 Bilim Adamı listesinde ilk sıralarda yer almaktadır. Günümüzde Avrupa’da dahi pek çok hastanenin ve sağlık merkezinin adı Avicenna ‘dır. Tıp ve felsefe konularında 200 adet eseri bulunan bilim adamının, bilim dünyasında hekimlerin piri, modern bilimin kurcusu, büyük üstat olarak söz edilmektedir.

İbn-i Sina’nın Hayatı

İbni Sina’nın Hayatı

İbn-i Sina 980 yılında Özbekistan’ın Afşana şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası hatırı sayılır bir bilim insanı olan Abdullah Bin Sina’dır. İbn-i Sina Afşana’ya yakın Buhara kentinde gördüğü öğrenimin ardından 10 yaşında Kuran-ı Kerim’i ezberleyip hafız olmuş, 16 yaşında tıp alanı ile ilgilenmeye başlamış,  inanılmaz zekası ve yaratıcılığını da kullanarak yeni tedavi yöntemleri geliştirmeyi başarmıştır. 19 yaşına geldiğinde, doktor olarak anılan İbn-i Sina, artık ücretsiz  hasta tedavi etmeye başlamıştır.

O yıllarda Emir adında bir hastasını ölümcül bir hastalıktan kurtarmış ve karşılığında da Samani Resmi Kütüphanesini kullanma hakkı elde etmiştir. Bu sayede bilim anlamında kendini geliştirebilir, yeni hastalıklara çare bulabilirdi. Fakat kütüphanede yangın çıktığı bir günde düşmanları yangını onun çıkardığına dair suçlamada bulunmuş ancak çok geçmeden İbn-i Sina ile bir ilgisi olmadığı anlaşılmıştır.

Kaşgarlı Mahmud Kimdir? Hayatı ve Eserleri

İbn-i Sina 22 yaşına geldiğinde babası yaşama gözlerini yummuştur. Yine o yıllarda Ürgenç’e gitmeye karar veren İbn-i Sina, burada vezirin bilime karşı olan sevgisi sayesinde maaşa bağlanmıştır. İbn-i Sina bilimini icra etmek için sürekli araştırma yapmalı ve güvenli sahalarda çalışma imkanı elde etmeliydi.

Bu yüzden, hükümdar Kabus’a sığınmış fakat hükümdar saldırılar sırasında hayatını kaybetmiştir. Öte yandan İbn-i Sina da kötü bir hastalığa yakalanmıştır. Sonunda rahatsızlanan ve güvenli yer arayışında olan İbn-i Sina eski bir arkadaşına rastlamış ve artık onun yanında yaşamaya karar vermiştir.

Sürekli yer değiştiren ve araştırmalarına hızla devam eden İbn-i Sina o yıllarda eserlerini de icra etmeye devam etmiştir. Bir süre İsfahan valisinin yanına sığınan İbn-i Sina orada da Hamadan emiri tarafından yakalatılmış ve hapsedilmiştir. Sonrasında İbn-i Sina iki kölesi, kardeşi ve bir öğrencisiyle birlikte kılık değiştirmiş ve kaçmayı başarmıştır. Sonunda İsfahan’a varmış ve orada rahat bir yaşam sürmüştür. 

İbn-i Sina’nın Ölümü

İbni Sina’nın Ölümü

İbn-i Sina doktor ve bilim danışmanı olarak Ebu Cafer’in hizmetinde çalıştığı yıllarda bir sefer sırasında kolit hastalığının atağına yakalanmış ve ayakta durmakta zorlanmaya başlamıştır. Hemen ardından kendisine uygulanan tedavilere uymayıp, kendisini kaderin gidişatına bırakmaya karar vermiştir. Ölüm döşeğinde bile fakirlere hayır yapmış, kölelerini serbest bırakmış ve 3 günde bir de Kur’an okumuştur.

1037 yılı Haziran ayında henüz 57 yaşındayken yaşama gözlerini yummuştur. Her yıl Ağustos ayının 3. haftası İbn-i Sina haftası olarak anılmaktadır. Bu hafta okullarda es geçilmemeli, Ortadoğunun ve Müslüman dünyasının en değerli bilim adamlarından biri olan İbn-i Sinayı tüm neslimize anlatmalıyız.

İbn-i Sina’nın Eserleri

El-Kanun fi’t-Tıb adlı eseri Batı’da dört yüz yıl boyunca ders kitabı olarak kullanılmış ve on farklı çevirisi yapılmıştır. Yine aynı yıl Kitabü’l-Necat adlı eserinde metafizik konusunu işlemiştir. Risale fi-İlmü’l-Ahlak adlı kitabı ahlak konusunu içermektedir. İbn-i Sina, İşarat ve’l-Tembihat adlı eseri yazmıştır. Bu eserinde de fizik, mantık ve metafizik konularını işlemiştir.

Kitabü’ş-Şifa adlı on ciltlik eser de İbn-i Sina tarafından kaleme alınmıştır. Bu eserinde matematik, mantık, fizik ve metafizik konularını işlemiştir. Kitabın bölümlerine bakıldığında; Tabiat Bilimleri Bölümü Fizik, Gökyüzü ve Alem, Etkiler ve Edilgiler, Oluş ve Bozuluş, Mineroloji, Meteoroloji, Botanik, Biyoloji ve Psikoloji bölümlerinden oluşurken; Matematik Bilimleri Bölümü Musiki, Astronomi, Aritmetik ve Geometri kitaplarından oluşmaktadır. Mantık Bölümü’nde ise Giriş, Kategoriler, Birinci Analitikler, İkinci Analitikler, Yorum Üzerine, Topikler, Sofistik Deliler, Retorik ve Poetika kitapları yer almaktadır.

İbn-i Sina henüz mikroskobun keşfedilmediği dönemde, “Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki onu görecek elimizde alet yoktur.” sözleri dikkat çekmektedir. Yaklaşık 700 yıl batı dünyasının tıp hocası olan bilim adamımızın eserlerinden dikkat çekici bir kaç cümle olarak; “Çok gerekmedikçe ilaç kullanma” ve “Bütün hastalıklar yenilen ve içilen şeylerden gelmektedir.” sözlerini de sizlerle paylaşmadan geçmeyelim.

İbn-i Sina’nın Bilim Hakkındaki Fikirleri

İbni Sina’nın Bilim Hakkındaki Fikirleri

İbn-i Sina çeşitli bilim dalları hakkında fikirler beyan etmiş ve bu fikirleri hakkında pek çok eser yazmıştır. İlgilendiği alanlarda çeşitli hipotezler öne süren İbn-i Sina’ya göre metafizik tamamıyla Allah ile ilgili olup vücut ise üç temel unsurdan oluşmaktaydı. Bunlar; olası varlık ya da ortaya çıkan ve sonra yok olan varlık, olası ve zorunlu varlık, özü gereği gerekli olan varlık (Allah)’tır.

İbn-i Sina’ya göre ruh bilim ise üç kısımdan oluşmaktaydı. Bunlar ise akıl ruhbilimi, deneysel ruhbilim, tasavvuf ya da gizemci ruhbilim olarak bilinmektedir. Özellikle müzik ruhun gıdasıdır tabirine uygun bir şekilde ruhun müzikle tedavisine inanmıştır. İbn-i Sina’ya göre akıl 5 kısımdan oluşmaktadır. Bunlar; bilmeleke, he-yulâni akıl, kutsi akıl, muste-fat akıl, bilfiil akıl’dır. İbn-i Sina akıl hususunda Aristoteles ve Eflatun’dan etkilenmiştir.

Yusuf Ziya Ortaç Kimdir? Hayatı ve Eserleri

$
0
0

Yusuf Ziya Ortaç, Türk edebiyatının en önemli mizah yazarlarından bir tanesidir. Edebi kişiliğinin yanı sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan bir siyasetçi olarak da tanınmaktadır. Orhon Seyfi ile birlikte ünlü siyasi mizah dergisi Akbaba’yı çıkartmış, buradaki yazılarıyla büyük yankı uyandırmıştır.

Yusuf Ziya Ortaç bu dergiyle adeta özdeşleşmiş ve 1922 ile 1977 yılları arasında yayımlanmış olan Akbaba Türk edebiyatının en uzun soluklu mizah dergilerinden bir tanesi olarak hafızalara kazınmıştır. 1895 – 1967 yılları arasında yaşayan Yusuf Ziya Ortaç; şiir, hikaye, oyun, roman, biyografi gibi farklı türlerde eserler vermiştir. Edebiyat öğretmeni olarak da görev yapan Yusuf Ziya Ortaç, aynı zamanda yayımcı unvanına da sahiptir.

Ahmed Arif Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Orhan Seyfi Orhon’la birlikte Beş Hececiler grubunu kurmuş, aruzu bırakarak şiirlerinde heceyi kullanma akımını başlatmıştır. Sonuçta; ünlü isim hayatının bazı dönemlerinde yazmaya ara verse de hiçbir zaman edebiyattan tamamen kopmamış, çok sayıda kitap kaleme almıştır. İşte bu nedenle de Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının en önemli isimleri arasında yer almaktadır.

Yusuf Ziya Ortaç Kimdir?

Yusuf Ziya Ortaç Kimdir?1895 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Yusuf Ziya Ortaç, 1967 yılında yine İstanbul’da hayata veda etti. Edebi kişiliğinin dışında yayımcı, öğretmen ve politikacı nitelikleriyle de tanındı. Ayrıca Hecenin Beş Şairi olarak da bilinmektedir. Ziya Gökalp’ın etkisiyle hece ölçüsünü benimsemiş, söz konusu türün en başarılı örneklerini vermiştir.

Akından Akına, Binnaz, Üç Katlı Ev, Göz Ucuyla Avrupa, Latife, Şeker Osman, Kuş Cıvıltıları gibi birçok eseri bulunmaktadır. Ayrıca en bilinen eserlerinden bir tanesi de Portreler olmuştur. Zira Ortaç’ın Portreler’inde aralarında Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Mehmet Akif, Mithat Cemal, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp ve Reşat Nuri Güntekin‘in de bulunduğu ünlü kişilerin 24 ünlü siması ile bunların Münif Fehim tarafından çizilmiş karakalem portreleri yer almaktadır.

Yusuf Ziya Ortaç’ın Hayatı

Yusuf Ziya Ortaç’ın Hayatı23 Nisan 1895’te İstanbul’da dünyaya gelen Yusuf Ziya Ortaç’ın babası Konya’nın önde gelen isimlerinden Hoca Hasan Efendi’nin oğlu mühendis Süleyman Sami Bey, annesi de İzmir eşrafından İzzet Bey’in kızı Huriye Hanım’dı. İstanbul Vefa Lisesi’nde okuyan Yusuf Ziya, şiire bu yıllarda merak salarak ilk denemelerini yaptı.

Servet-i Fünun hareketinden etkilenerek ilk şiirlerini aruz ölçüsü kullanarak yazdı ve ilk şiiri 1914’te Kehkeşan dergisinde yayımlandı. Dr. Abdullah Cevdet Bey’in desteğiyle şiirlerini İçtihat dergisine gönderdi ve kendisini şair olarak kabul ettirdi. Ardından komşuları Rıza Tevfik Bey’in aracılığı ile Ziya Gökalp ile tanıştı. Şair, yazar ve siyasetçi gibi unvanlara sahip olan Ziya Gökalp’in tavsiyesiyle hece vezni kullanmaya başladı ve yazdığı ilk şiir Gecenin Hamamı Türk Yurdu’nda yayımlandı.

1915’te öğretmenliğe merak salan Yusuf Ziya Ortaç, Darülfünun-ı Osmani’ni (İstanbul Üniversitesi) açtığı yeterlilik sınavına girdi ve kazanarak öğretmen oldu. Sonrasında bir yandan öğretmenlik yaparken, diğer yandan da edebi çalışmalarına devam etti. Bu dönemde günlük konuşma dilinde, sade ve akıcı şiirler yazmaya yöneldi.

Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy ve Enis Behiç Koçyürek’le birlikte Beş Hececiler (Hecenin Beş Şairi) grubunun üyesi oldu. 1916’da Akından Akına isimli eserini yayımlayan edebiyatçı, 1918’de Diken dergisinde Çimdik mahlası ile mizahi yazılar kalem aldı. Çimdik takma adıyla yazdığı yazılarda genellikle dönemin edebi ve sosyal gelişmeleri üzerinde durdu.

1919’da Şen Kitap isimli mizah kitabını çıkartan Ortaç, aynı yıl Binnaz isimli piyesiyle oyun alanında da başarılı olduğunu gösterdi. Sonrasında da Beş Hececiler’den Orhan Seyfi Orhon’la birlikte Akbaba isimli dergiyi çıkarttı. 7 Aralık 1922’de yayın hayatına başlayan dergi, ilk etapta ayda iki kez çıkartılsa da beğenilince her hafta yayımlanmaya başladı. 55 yıl boyunca yayım hayatına devam eden Akbaba, ilerleyen dönemlerde Kemalizm’in ve Cumhuriyet’in en koyu savunucularından biri haline geldi.

Öte yandan; Akbaba 1928’deki Latin alfabesinin kabulünün ardından yaşanan karışıklıklar nedeniyle bir dönem yayın hayatına ara verdi fakat Ortaç ölene kadar dergiyi ayakta tutmayı başardı. Akbaba’da Çimdik ve İzci takma adlarıyla yazılar yazan Yusuf Ziya Ortaç, derginin patronluğunu da yazarlığını da layığıyla yürüttü. Bu nedenle de kendisi Akbaba dergisi ile adeta özdeşleşti.

Derginin ilk yıllarında Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat Horozcu’nun ön ayak olduğu Garipçiler akımını eleştirdi, hatta bu akımın etkisinde kalanlar için Bobstil yakıştırmasını kullanmaktan çekinmedi. Ayrıca Akbaba; Aziz Nesin, İbrahim Alaattin Gövsa, Muzaffer İzgü, Rıfat Ilgaz gibi birçok edebiyatçının ilk yıllarında yeteneğini sergilemesine olanak sağladı.

Diğer taraftan, 1928 yılında Meşale’yi çıkartsa da karşıt görüşlüler nedeniyle kısa süre sonra dergiyi kapatmak durumunda kaldı. 1936’da İstanbul Sular İdaresi Meclisi’nde üyelik görevine başlayan ünlü kişilik, 1944 – 45 yıllarında bir lisede edebiyat öğretmenliği yaptı.

1938 yılında Bir Selvi Gölgesi ile Kuş Cıvıltıları isimli kitaplarını yayımlayan Ortaç, 1946 yılında Halk Partisi seçimlerine katıldı ve Ordu milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. 1946– 1954 yılları arasında sürdürdüğü politik görevinin ardından siyasetten uzaklaştı ve yeniden edebiyata yöneldi.

Nurullah Ataç Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Bu dönemlerde ağırlıklı olarak mizah, gezi, anı ve biyografi türlerine yoğunlaşan Yusuf Ziya Ortaç, 11 Mart 1967’de geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayata veda etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedildi.

Yusuf Ziya Ortaç’ın Eserleri

Yusuf Ziya Ortaç’ın EserleriŞiir, oyun, mizah, biyografi, anı, roman, hikaye gibi pek çok farklı türde eser veren Yusuf Ziya Ortaç, dil ve anlatımdaki ustalığıyla ün salmıştır. Hatta bu nedenle kendisine “üslup ustası” denmiş, sade ve akıcı anlatımdaki yeteneğiyle takdir edilmiştir. İlk şiiri 1914’te Kehkeşan dergisinde yayımlanan yazar, ölümüne dek çıkarttığı Akbaba dergisindeki yazılarıyla da hafızalara kazınmıştır.

Hayatının bazı dönemlerinde ara verse de hiçbir zaman edebiyattan kopmamış, verdiği eserlerle Cumhuriyet döneminin en önemli kalemlerinden bir tanesi olmuştur. Yusuf Ziya Ortaç’ın roman türündeki eserleri Dağların Havası, Göç, Üç Katlı Ev, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa ve Gün Doğmadan; gezi – anı – biyografi türündeki eserleri İsmet İnönü, Göz Ucuyla Avrupa, Portreler ve Bizim Yokuş, inceleme türündeki eserleri Nedim, Seyrani, Halk Edebiyatı Antolojisi, Faruk Nafiz: Hayatı ve Eserleri, Ahmet Haşim: Hayatı ve Eserleri isimli kitaplardır.

Ayrıca Binnaz, Name, Kördüğüm, Nikahta Keramet isimli oyun; Kürkçü Dükkanı, Şeker Osman isimli uzun hikaye; Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Gün Doğmadan isimli mizah kitapları çıkartmıştır. Yusuf Ziya Ortaç’ın şiir türündeki kitapları ise Akından Akına, Aşıklar Yolu, Şairin Duası, Şen Kitap, Cenk Ufukları, Yanardağ, Bir Selvi Gölgesi, Kuş Cıvıltıları ve Bir Rüzgar Esti’dir.

Sabetay Sevi Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

$
0
0

Bu makalemizde sizlere oldukça sıra dışı bir ismin hayatıyla ilgili bilgiler vereceğiz. Din adamı olarak yetiştirilen Sabetay Sevi 22 yaşındayken Mesihlik iddiasında bulunmuştur. Kendi inanışına göre dünyayı kötülüklerden arındıracak, tüm Yahudileri İsrail’e götürecek ve tapınağı yeniden inşa edecekti. Düşüncelerinden ve eylemlerinden dolayı mahkemeye çıkartıldı ve kerhen Müslüman olmasına karar verildi.

Böylece takipçilerinin çoğu peşini bıraktı. Sadece küçük bir kesim onun izinden giderek Müslüman oldu. Bu grup günümüze kadar ulaşmış; Müslüman ya da Hristiyan görünümlü ama gerçekte Kabala Musevi inancını benimsemiş bir cemaat olmuştur. Kabala, Yahudiliğin en mühim kaynaklarından birisidir. İnananları kutsal metinler ve matematiksel işlemler aracılığıyla gizli gerçeği ortaya çıkartmayı hedeflemiştir.

Abdal Musa Kimdir? Hayatı ve Eserleri

Ortaya çıkması gereken gizli gerçekler Mesih’in kim olduğu, ne aman geleceği gibi konulardan ibarettir. İnanışa göre şeytanın yılı 666 sayısının dahil olduğu 1666 idi. 1666 yılının önemli olduğuna dair bir inanış da yayıldı. Sabetay Sevi’nin öncülük ettiği grubun inanışları ve kendileri bu şekilde günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.

Sabetay Sevi Kimdir?

Sabetay Sevi, Osmanlı topraklarında 17. yüzyıl döneminde dünyaya gelmiştir. İzmir civarlarında 1 Ağustos 1626 yılında doğan Sabetay, Osmanlı Yahudisi ve tarikat lideridir. Musevi din adamının Sabetaycılık adında bir cemaati de vardır. Sabetay Sevi’ye inanlar kendisine Amira adını vermiştir.

Sevi, her kıtada kendisine sıkı takipçiler edinmeyi başarmıştı. Sevi’nin ailesi aslen Yunanistan Patraslıdır. Annesini küçük yaşta kaybetmiş olan Sabetay Sevi’nin iki kardeşi vardır. Babası Osmanlı topraklarına göç etmiş, Hollandalı firmaların temsilciliği ile zengin olmuştur.

Sabetay Sevi’nin Hayatı

İzmir’den sonraki ilk durağı İstanbul olan Sevi, buraya 1650 yılında gelmiş ve haham Abraham Vaçini ile tanışmıştır. Mesihlik iddiaları ile burası karışmış ve İstanbullu hahamların hepsi Sabetay’dan uzak durun deyince Sevi, Selanik’e gitmeye karar vermiştir.

Selanik’e gelince doğrudan Mesihlik iddiasında bulunmayarak önce oradaki Yahudilerin kendisini sevmesini sağladı. Burada üçüncü kez evlendi ama onunla da cinsel birleşme sağlamadı. Sorgulandığında Tevrat ile evli olduğunu söyleyince Mesihlik iddiası ortaya çıktı. Bu gelişme ile Sevi, İzmir’e geri döndü.

Sabetay Sevi’nin Kudüs Yılları

Yaptığı yolcuklardan umduğunu bulamayınca Filistin’e yöneldi. 1662 yılında gemi ile Beyrut ve Trablus’a ulaştı. Geldiğinde fikrini değiştirdi ve Mısır’a gitme kararı aldı. Kahire’de Sevi’nin hayatını değiştirecek gelişmeler yaşandı. Kısa bir süre sonra onun Mesih olduğunu onaylayacak ve müjdeleyecek olan Gazzeli Nathan ile tanıştı.

Nathan, Mesih’in müjdecisi görevini üstlendi. Müjdesini verirken kıyamet günü için 1666 yılını işaret etti. Kudüs’te Mesih olduğunu gizlemesine hiç gerek kalmadı çünkü taraftarlarının sayısı hızla artmıştı. Ancak Kudüs hahamları tehdit edince Sevi mecburen Halep’e geçiş yaptı.

Halep’ten sonraki durağı 1665 yılında gittiği İzmir olmuştur. Sabetaycılık akımı veya Sabetaycılık tarikatına göre; Allah birdi ve Sabetay Sevi Mesih’ti. Londra, Amsterdam, Venedik ve Afrika’ya kadar yayılmıştı. Sevi kendisini kralların kralı olarak kabul etti ve dünyayı 38 krallığa böldü. Bunların arkasından Osmanlı idaresine karşı da harekete başladı.

Sabetay Sevi’nin Yargılanma Süreci

İzmirli hahamların şikayetleri üzerine Sevi’nin faaliyetleri Osmanlı idaresine ulaştı. Ardından Fazıl Ahmet Paşa’nın emri ile Sabetay’ın gemisi boğazda durduruldu ve Sevi, zincirlenerek İstanbul’a geldi. Yargılanmak üzere Divana çıkartılan Sevi’ye hapis cezası verildi. Sevi cezasını Gelibolu’da bir hapishanede geçirdi.

Sonrasında Müslüman olmasına karar verilmiş olsa da Sevi gizliden gizliye kendi faaliyetlerini sürdürmeye devam etti. Müslüman olması inananlarının bir bir kendisinden uzaklaşmasına neden olsa da belli bir kısmı onunla birlikte Müslüman olmuştur. Bu Müslümanlık sadece görünüşte kalmış; aslen hala kendi inançlarını sürdürmüşlerdir.

Sabetay Sevi’nin Sürgün Yılları

Sevi’nin sarayda üst düzey memur olarak çalışması sırasında Yahudi inancına bağlığı olduğunun fark edilmesi üzerine sürgün kararı verilir. Önce Batı Trakya’ya gönderilen Sevi, ardından Arnavutluk’a gider. Teorik çalışmalarına burada da devam eden Sevi’nin iki yüz aileden oluşan çekirdek toplumu burada kurulur.

Sabetay Sevi’nin Evlilikleri

Ailesi Sevi’yi genç yaşlarında zorla 3 kez evlendirmiştir. Sevi hiçbir eşiyle cinsel ilişkiye girmemiş, ailesine eşinden hoşlanmadığını söyleyerek bahane bulmuştur. Böylece birinci eşinden boşandırılmış ve ikinci kez evlendirilmiştir. Sarah isimli yetim bir kız Mesih ile evleneceğini rüyasında gördüğünü dile getiriyordu. Bunu duyan Sevi kızı Kahire’ye çağırıp evlenmiş ve böylece takipçilerinin sayısı artmıştır. Son eşi olan Ayşe Hatun ise Müslüman olduktan sonra haremine verilen Selanikli bir hatundu.

Sabetay Sevi’nin Ölümü

Arnavutluk’ta 5 yıl boyunca sürgünde yaşayan Sevi’nin ölüm tarihi ile ilgili net bilgi yoktur. Kimi kaynaklarda 30 Eylül 1675 olan ölüm tarihi kimilerinde 17 Eylül 1676 olarak görülmüştür. Ölümüyle ilgili bilinen en net bilgi yalnız ve sırlar içinde öldüğüdür. Kendisi öldükten sonra onu takip eden 200 aile Selanik’e yerleşmiş ve Müslüman gibi görünerek yaşamaya devam etmişlerdir. Günümüzde bu aileler hala gizlice Mesih olduklarına inandıkları Sabetay Sevi’nin geleceğine inanmaktadırlar.

Sabetaycılık Nedir?

Sabetay Sevi faaliyetleri devam ettiği müddetçe birçok önemli harekette bulunmuştur. Ancak yaşadıklarını ve öğrendiklerini kaleme almamıştır. Sabetay’ın tek eseri günümüze kadar ulaşmış olan cemaatidir. Kendisi dışında birçok kişi Sabetaycılık üzerine kitaplar yazmıştır. Peki bu Sabetaycılık nedir?

Gazneli Mahmud Kimdir? Hayatı Hakkında Bilgi

Öncelikle bir din hareketi olan Sabetaycılığın veya Sabetayistliğin tarihçesine bakalım. Eskiden ülkelerinden kovulan veya huzur bulamayan Yahudiler Osmanlı topraklarına sığınmıştı. Burada yaşadıkları süre içerisinde, Mesih’in bir gün gelip onları kurtaracağına dair oluşan beklenti yaygın hale geldi.

Sabetay Sevi ise 1648 yılında Mesihliğini ilan etti. En basit haliyle tanımlarsak; Sabetayclık’ta Allah birdi ve Sabetay Sevi Mesih’ti. Bu inanışı benimseyen oldukça da fazla bir kitle mevcuttu. Araştırmalara göre yok olmaya yüz tutmuş olan bu inanışı hala sürdüren bir kesim bulunuyor. Sabetay Sevi ve yandaşlarına, dinlerinden döndükleri için, dönme veya avdeti adı verilmektedir. Bu kişiler görünürde Müslüman gibi davranıp, ama gerçekte kendi dinlerinin gerekliliklerini yerine getirmişlerdir.

Viewing all 345 articles
Browse latest View live